3 Ekim 2015 Cumartesi

Batmaz Denilen Gemi Titanik Ve Hiç Duymadığınız Sırları Ve Batma Nedenleri


Titanik Gemisi ve Sırları
Titanik, White Star Line şirketinin sahibi olduğu Olympic sınıfı bir yolcu gemisidir.14 Nisan 1912 yılında ilk seferinde batmıştır.[1]
102 yıl önce, 12 Nisan günü, Newfoundland’ın 550 kilometre açığında batan dev transatlantik Titanik’ten günümüze sadece dev bir batık kaldı. Peki neydi bu gemiyi böylesine önemli yapan? İşte hikayesi…
Titanik, İrlanda tersanelerinde üretilen ve o zamana kadar görülmemiş ölçütlere sahip bir gemiydi. Üretici firma aslında bu gemiyi RMS Mauretania gibi gemilerle rekabet için üretmişti. Geminin dizaynı Alexander Carlisle tarafından yapılmıştı. Geminin mühendisi ise Thomas Andrews’ti…
Titanik, 269.1 m uzunluğuna, 28.2 m genişliğe, 46,328 groos ton ağırlığa sahipti. Üç adet dev pervane ile 29 adet kömür kazanına sahipti. Gemi 3,547 yolcu ve mürettebat taşıyabiliyordu. Bu ölçütler o zamana kadar görülmemişti!
Titanik’in “Batmaz” özelliğini almasındaki en önemli etken, kompartımanlar arasındaki su geçirmez levhalardı. Herhangi bir su alımında bu levhalar kapatılarak su geçişi önlenecekti…
Gemi, o zamana kadar yapılmış en lüks gemiydi. Gemi’de standart olarak ana güvertede yüzme havuzu, spor salonu, Türk hamamı, hem birinci sınıf hem de ikinci sınıfta kütüphane, tenis kortu sunulmaktaydı. Birinci sınıf ortak odaları çok özel ağaç işlemeciliği, pahalı mobilyalar ve diğer dekorasyonlar ile süslenmişti.
Geminin en zayıf noktası olarak filika sayısı gösteriliyordu. Gemide, gemideki insanların ancak çok azını taşıyabilecek 20 ahşap filika vardı. Aslında o zaman filika sayısı insan sayısından ziyade gemilerin ağırlıklarına göre ayarlanıyordu. Ve bu küçük hata, Titanik’teki insanların dörtte üçünün ölümüyle sonuçlanacaktı…
Geminin kaptanı, Edward John Smith’di. Kaptanın gemideki ölümüyle ilgili birçok spekülasyon var. Bunlardan biri, tek başına kaptan köşkünde kalıp gemi ile beraber soğuk sulara gömülmesi, diğeri ise eline geçirdiği bir silahla kendi kendini vurması. Ancak baktığımızda kaptanın bu kazadaki payı sanılanın aksine az. Çünkü, gelen raporlar genellikle kaptana iletilmemişti ve mürettebat tarafından geminin hızı ayarlanmıştı…
Titanik’in ilk seferi, Southampton ile New York arasıydı. 10 Nisan 1912 tarihinde Kaptan Smith’in komutasında ilk seferine başladı. 14 Nisan akşamı ise Titanik son saatlerine giriyordu…
Saat 23.39’da, New Foundland’ın güney açıklıklarında Titanik, buzdağı ile karşılaştı. Gözcülerden Frederick Fleet, üç kez çan çaldı ve köprüye telefon etti. Telefona altıncı subay James Moody çıktı. Fleet; “Orda biri var mı?” diye bağırdı. Moody; “Evet ne gördün?” diye cevap verdi. Fleet; “Tam önümüzde buz dağı var!” şeklinde bağırdı. Moody, kıdemli ve o anda köprüde sorumlu Birinci subay William Mcmaster Murdoch’u uyarmadan önce “Teşekkür ederim” şeklinde cevap verdi ve telefonu kapattı.
Kazan dairesine inen ilk emir, “Tam Sancak Tarafı” idi. Yani geminin rotası, tamamen sağa kırılacaktı. Böylece tam karşıdaki buz dağından kurtulmaya çalışılacaktı. Buz dağının görülmesi ve çarpışmanın gerçekleşmesi arasında 31 saniye vardır. Geminin burnu hızla sağa kaydırıldı ve buz dağına çarpması önlendi. Ancak kıç tarafı bu çarpışmadan kurtulamayacaktı. Kıç tarafı, buz dağında büyük bir kırmızı boya bırakarak oraya çarptı! İlk saniyelerde omurgada büyük hasar meydana gelmiş, beş kompartıman anında su altında kalmıştı. Çarpmanın yarattığı sarsıntı yaklaşık on saniyede tamamlandı.
Öndeki bölmeler su ile doldukça levhalar kapatılıyordu. Gemi mühendisi ve bazı tamirciler çarpışmanın hemen ardından bir toplantı yaptılar. Toplantıdan çıkan sonuç, geminin batacağıydı!
Çarpışmadan 25 dakika sonra Saat 00:05’de Kaptan Smith bütün cankurtaran filikalarının örtülerinin açılmasını emir etti; beş dakika sonra saat 00:10’da yerlerinden çıkartılmasını ve saat 00:25’de filikaların kadınlar ve çocuklar ile doldurulmasını ve aşağıya indirilmesini emir etti. Saat 00:50’de dördüncü subay Joseph Boxhall ilk beyaz yardım fişeğini ateşledi.
12:45’ten itibaren filikalar yolcular ile indirilmeye başlandı. Burada da büyük hataların olduğu görülüyor. 70 kişinin sığabileceği filikaya 12 kişinin bindirildiği görülmüştür. Saat 02:05’ten itibaren filikaların indirilmesi bırakıldı. Gemi, artık kendi kaderine kalmıştı…
Saat 2:30’da geminin dev pervaneleri büyük bir gürültü ile su yüzüne çıktı. Buna dayanamayan gemi ortadan ikiye büyük bir gürültü ile ayrıldı. Tam bir can pazarı yaşanıyordu!
Batışı, 1517 kişinin ölümüyle sonuçlandı ve dünya savaşları dışındaki en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçti. Geminin enkazı, ancak 1985’te bulunabildi. Gemi, uzun uykusuna Atlantik’in derinliklerinde devam etmekte…
Geminin batışındaki ağırcan kaybının sebebi olarak her zaman filika yetersizliği gösterildi. Ancak, her büyük felakette olduğu gibi bu felaketinde manevi boyutu vardır. “Batmaz” denilen ve adeta Tanrı ile karşılaştırılan bu geminin henüz ilk seferinde batması, bize gösterilen büyük delillerden biridir… [2]
Batışın Perde Arkası ve Aralanan Sırlar
Tüm zamanların en ünlü gemisi Titanik, herkes tarafından bir deniz faciası nedeniyle tanınır oysa dev yolcu gemisinin ardında inanılmaz bir gizem saklı.
Titanik’in akıl almaz öyküsünü sunarken uyarıyoruz. Bir düşünün, Titanik’i batıran gerçekten bir buz dağı mıydı?
Hiç kimse onun dünyanın en büyük kehanetlerinden birisini yaptığını bilmiyordu. Hatta kendisinin dahi haberi yoktu. Adı; Morgan Robertson’du, Amerikalıydı, 1861’de doğdu, gençken denizcilik yaptı, sonra ise bir elmas eksperi oldu ve New York’ta kuyumculuk yaptı. Sonra Kipling’in bir öyküsünü okudu ve yazar olmaya karar verdi. İlk öyküsü, 25$’a satıldı, daha sonra yazdığı 10 öyküden ise 1000$ kazandı. Yazmak ona artık kolay ve kazançlı geliyordu. 1897 yılının bir kış gecesinde 24.Caddedeki dairesinde yeni bir deniz öyküsü yazmayı planladı. Bu bir uzun öykü olacaktı.
Hayali “Titan Kazası”
Hayalinde dev bir yolcu gemisi vardı, asla batmayan bir gemi. Bir aşk teması üzerine kurulu olan öykünün kahramanları bu dev gemiye binip, İngiltere’den ABD’ye gidiyorlardı ve aşk hikayesi dünyanın en lüks gemisinde sürecekti. Ama öykünün hayali kahramanları beklenmedik bir sürprizle karşılaşacaklar ve bir deniz kazası batmaz denen gemiyi okyanusun dibine yollanacaktı. Robertson’un teması buydu, oturup yazmaya başladı ve öyküye iki isim verdi; “Futility” yani “Nafile” ve “Titan Kazası”… Evet, yanlış okumadınız; Titan… Şimdi beraberce Robertson’un romanından bir bölümü; “Titan”ın batış sahnesini okuyalım.
“Gözcü haykırdı; ‘buzdağı! Birinci subay, kaptana haber verdi ve derhal makine dairesine tornistan yani geri git emri verildi. Fakat dev gemi durmuyordu, hızını kesmesi için zaman lazımdı ve sisler arasında görünen buzdağı yaklaşıyordu. Aşağıdan ise orkestranın ve eğlenen insanların sesleri duyuluyordu. Sonra buzdağı gemiye ulaştı, bu arada gemi ters çalışan pervanelerin gayretiyle yan dönmüştü ama yetersizdi ve kaptanla yardımcılarının çaresiz bakışları arasında buzdağı Titan’ın sancak tarafına çarptı. Darbe hafifti hatta pek hissedilmedi, kaptan o anda ucuz atlattık diye düşünüyordu. Ama birkaç dakika sonra gemi birden yan yattı, buzdağı asıl yarayı su kesiminin altında açmıştı, yara öldürücüydü çünkü uğursuz buzdağı Titan’ın bordasını jilet gibi keserek, parçalamıştı.”
Daha sonra Robertson, öyküye; gemi hızla su aldığını. Alarm verildiğini, filikaların indirilerek, önce kadınlar ve çocuklar bindirildiğini, yardım çağrıları yapılırken, Avrupa’nın en ünlü ve zengin ailelerinin mensuplarının birbirlerine ebediyen veda ederken, dev yolcu gemisi Titan’ın buzlu kutup sularına hızla gömüldüğünü anlatarak devam ediyordu.
İnanılmaz Kehanet Gerçekleşiyor…
Ve Robertson 1898 yılında öyküsünü küçük bir kitap olarak yayınladı. Kitap onu çok daha sonra ölümsüz yapacaktı, dünyanın en çarpıcı ve en dehşet verici kehanetini yazmıştı ama sonuç yayınladığı dönem için aynen kitabın adı gibiydi yani “Boş yere” Aradan 14 yıl geçti ve başka bir zamanda, başka bir gemi, asla batmaz denen dünyanın en lüks ve en büyük yolcu gemisi Titanik, İngiltere’nin Southampton limanından yeni dünyaya doğru denize açıldı. Sonra, 1912 yılında 14 Nisan’ı, 15 Nisan’a bağlayan gecede sisler arasından birden ortaya çıkan bir buzdağı batmaz denen Titanik’in katili olacaktı. Yukarda okuduğunuz Robertson’un romanındaki batış sahnesi aynen gerçekleşti. Sadece o kadar mı? Bakın Morgan Robertson Titanik’ten 14 yıl önce yazdığı romanında daha neleri bilmişti;
Robertson’un romanındaki Titan adlı gemi Southampton limanından yola çıkıyordu ve 14 yıl sonra Titanik de aynı limandan yola çıktı.
Romandaki gemi ile, Titanik arasında sadece 4 metre fark vardı. Titan 248 metre, Titanik 252 metreydi.
İki geminin ağırlıkları da çok yakındı. Robertson romanında Titan’ı 70.000 ton ağırlığında yazmıştı; Gerçek Titanik ise 66.000 tondu.
Her iki geminin de üç pervanesi vardı ve her ikisi de 3000’er yolcu taşıyorlardı. Gerek romandaki hayali Titan’a gerekse de gerçek Titanik’e Avrupa’ nın sayılı zenginleri ve ünlü aileleri binmişlerdi.
Daha da ötesi var;
Robertson’un romanındaki dev Titan, New Foundland yakınında; Kuzey Atlantik’ de bir buzdağına çarparak battı ve işte inanılmaz ama gerçek; Talihsiz Titanik de 14 yıl sonra aynı koordinatta, aynen romandaki benzeri gibi bir buzdağına çarparak okyanusa gömüldü.
Ve her iki gemide de; yeterince cankurtaran filikası yoktu; Robertson romanındaki gemide 24 filika bulunduğunu yazıyordu; Titanik’te ise 22 filika vardı ve bu yüzden can kaybı büyük oldu.
Sonra… Gerçek kazanın sonucunda 1513 yolcu boğularak öldü ve kayboldu. Aynen 14 yıl önceki romanda yazıldığı gibi… Robertson’un romanındaki Titan’da ise 1500 kişi ölüyordu. Her iki gemi de 3000 kişilikti ve Titanik’e 2224 kişi binmişti.
Morgan Robertson başarılı olamadı, kitabı satmadı, daha sonra yazdıkları da ilgi görmedi. Bunalıma girerek, bir hastanede psikolojik tedavi gördü. Sonra yeni bir öykü yazdı, bir Fransız dergisinde yayınlanan bu öyküde de, deniz altılardan söz ediyor ve periskopu tarif ediyordu. Ama yine ilgi görmedi. Başarısız bir yazar olarak, Mart 1915’de bir otel odasında ayakta geçirdiği bir kalp kriziyle yaşama veda etti. Asıl inanılmaz olay burada çünkü Robertson mart 1915’de öldü. Yani gerçek Titanik’ in batışından üç yıl sonra…Ve hiç kimse Robertson’la ilgilenmedi, yine kimse fark etmedi ve hiç kimse onun 14 yıl önce Titanik’i aynen nasıl anlatabildiğini merak etmedi.
Kimse onu anımsamadı, ta ki 1980’lerde inanılmaz olaylarla ilgili araştırmalar yapılıncaya kadar… Morgan Robertson;Titanik batmadan 14 yıl önce, gemiyle ve kazayla ilgili her şeyi tıpatıp aynen nasıl yazmıştı? Rastlantı mıydı? O, başarısız bir yazar olarak tarihin karanlıkları arasında kayboldu, şimdi ise ruhu hatırlanmanın sevinci içinde olmalı… Kehanet sıradan bir iş değil, ve asıl gizem kendi yapısında, ne zaman ve nerede ortaya çıkacağı hiç belli olmuyor; oysa gelecekte nelerin olacağı konusunda çevremiz sayısız ipucu dolu; yeter ki görmek için çaba gösterelim. Titanik’ in gizemi burada da bitmiyor. Biri daha var;
“Denizde Tehlikede Olanlar İçin Dua Ediyoruz…”
Kanada, Winnipeg’te Rosedale Metodist Kilisesinde, Rahip Charles Morgan bir pazar sabahı erkenden kalkmış, o günkü ayin için hazırlık yapıyordu. Okunacak ilahinin numarasını karatahtaya yazdı. Tüm hazırlıklarını bitirdikten sonra, ayine kadar biraz uyumak amacıyla odasına çekildi ve derin bir uykuya daldı. Birden kendini çok canlı ve etkin bir rüyanın içinde buldu. Karanlıkların içinde, dev bir kütle vardı, dalgaların sesleri duyuluyordu, çanlar çalıyor ve Rahip Morgan’ın çok uzun yıllardır işitmediği bir ilahi duyuluyordu. Rüya, o kadar etkili ve rahatsız ediciydi ki; Morgan, uyandı, ilahi ve çan sesleri kulağından gitmiyordu. Saatine baktığında, fazla zaman geçmemiş olduğunu gördü, rüyanın kötü etkisinden kurtulmaya çalışarak yeniden uyumaya çalıştı ve yeniden uykuya daldı. Rüya tekrar başladı, ilahi, çan sesleri, karanlık, dalga sesleri ve devrilen dev kara kütle. Morgan, bu kez, panikle uyandı ve kendini boş kiliseye attı, karatahtaya giderek o bir türlü kulaklarından gitmeyen ilahinin numarasını yazdı. Ayin saati gelmişti, cemaat toplanıyordu, Rahip Morgan ilahiyi başlattı, notalar kilisede çınlarken, aynı anda
binlerce mil ötede okyanusun ortasında aynı ilahi buzlu denizi çınlatmaktaydı;
“Duy, Kutsal Baba, Sana denizde tehlikede olanlar için dua ediyoruz.” İlahi biterken, Rahip Morgan’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Aynı günün sonraki saatlerinde, Rahip ilahiyi okudukları sırada Atlas Okyanusu’nun derinliklerinde büyük dramın yaşandığını öğrendi. O gün, 14 Nisan 1912’idi ve Atlantik’in kuzeyindeki buzlu sularda Titanik suların içinde yok olmuştu.
Titanik’te Bir Gariplik Var…
Titanik battığında, ünlü İngiliz gazeteci William T. Stead de gemide bulunuyordu.1892 yılında
Stead, hikayeler yazarak yaşamını kazanıyordu. Gazeteciliğinin yanı sıra Stead, ölüm ötesi ve Spiritüalizm ile yani Ruhçulukla da ilgileniyor, araştırmalar da bulunuyordu. O yıl yazdığı kısa hikayelerden birinin adı neydi biliyor musunuz? “Titanik” ve yine Titanik’ten 20 yıl önce…Yine Titanik’te olduğu gibi, Stead’ın hikayesindeki Titanik’te bir buzdağına çarparak batıyordu. Ve Stead’ın yazdığı hikayede, Stead kendisini kazadan kurtulan biri olarak anlatıyordu. Ve; 20 yıl sonra gerçek Titanik batarken, o buzlu ve soğuk denize gömülenlerden birisi Stead’ ın gerçekten kendisiydi. Ama; sonu romandaki gibi olmadı çünkü kurtulamayacaktı. Zira bu roman gerçekti ve başka bir romancı tarafından yazılmıştı. O anda Stead ne düşünmüştü? 20 yıl önce yazdığı hikayeyi düşünüp, kurtulacağına inanıyor muydu? Bunu asla bilemeyeceğiz…
Biri daha var. Ama çok daha sonra; 1935′ de… William Reeves adlı bir denizci bu; İngiltere’den Kanada’ya giden “Titanian” adlı kömür yüklü buharlı gemi; soğuk bir Nisan gecesinde Kuzey Atlantik’te seyrediyordu. Bütün denizcilerin ezbere bildikleri o uğursuz yere; Titanik’in battığı noktaya varmışlardı. Reeves, güverteden denize bakarak yıllar öncesindeki olayları düşlüyordu. Ve o gün Reeves ‘in doğum günüydü, olabilir ama Reeves’ in doğduğu tarih çok önemliydi, çünkü Reeves 14 Nisan 1912′ de doğmuştu. Yani Titanik’in battığı günde. İşte tam o günde; Titanik’in battığı günde Reeves doğum gününü; Titanik’ in battığı yerde kutluyordu. Ve bir şey oldu… Reeves birden, suların kaynaştığını ve dev bir buzdağının geminin yolu üzerinde belirdiğini gördü. Tam o anda da, köprüden alarm verildi. Uzaklık yeterliydi. Mürettebat gemiyi zamanında durdurdu, buzdağının yanından geçeceklerdi ama olmadı… Çünkü bir saat içinde çevreleri; yüzlerce buz kütlesi tarafından sarıldı. Artık hareket etmelerine imkan yoktu. Reeves ve arkadaşlarının içinde bulundukları Titania adlı gemiyi, ancak 9 gün sonra yetişen buz kırma gemileri kurtardılar. Neden? Buzdağları o korkunç gecenin yıldönümünde, bir grup denizcinin orada bulunmasını mı istemişlerdi ?
Evet… İnanılmaz ama gerçek zira Titanik’ in gizemi şaşırtıcı. Titanik şimdi okyanusun derinliklerinde uyuyor sadece bir kez ziyaret edildi. 1 Eylül 1985’de Amerikalı ve Fransız uzmanlardan kurulu bir sualtı ekibi onu buldu ve görüntüledi. Morgan Robertson; Titanik batmadan 14 yıl önce, gemiyle ve kazayla ilgili her şeyi tıpatıp aynen nasıl yazmıştı, rastlantı mıydı? William T. Stead 20 yıl sonra içinde öleceği geminin adını ve kendisinin de içinde bulunduğu öyküsünü, hangi rastlantı sonucunda yazmıştı? Titania adlı gemiyle, Titanik’in battığı günde doğan ve doğum gününde Titanik’in battığı yerde bulunan Reeves’ in buzdağları tarafından 9 gün hapsedilmesi de rastlantı mıydı? Düşünür Voltaire diyor ki; “Belki de rastlantı dediğimiz şey; belirli bir şeyin bilinmeyen nedenidir…” Robertson, Stead ve Reeves bizim gibi birer insandılar. Bizler gibi normal ama bilinmeyen yönleri olan insanlar. Her insan gibi… Ve siz de; bilinmeyen rastlantılarla her an karşılaşabilirsiniz…
Kazadan kurtulanların anıları;
Kamarot Arthur Lewis
“Kazadan bir gece önceydi, karım başıma Titanik’in sahibi olan White Star Şirketi’nin ambleminin bulunduğu kepi giydirdi, güvertedeydik ve tam o anda gökte bir yıldız parçalara ayrılarak dağıldı. Karım bundan hiç hoşlanmadığını söyledi. ”
Eva Hart
“Babam heyecanlı, annem moralsizdi ve hayatımda ilk kez onun ağladığını gördüm. Umutsuzdu ve bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. Yedi yaşındaydım ve daha önce hiç hiç gemi görmemiştim. Çok büyüktü, herkes çok heyecanlıydı, kamaraya indik, babam anneme yatmasını ve sakinleşmesini söyledi ama annem bütün gece oturdu, ta ki kazaya kadar ve sadece ben kurtuldum. ”
Lois Brown Jacobs
“Woolston’da yaşıyorduk, okul öğleyin tatil edildi ve Titanik’in limandan ayrılışını görmeye götürüldük. Öğretmenimiz başımızdaydı, sonra Titanik yavaş yavaş iskeleden ayrılmaya başladı; bu onu son görüşümüzdü, Southampton sularında gittikçe uzaklaşıyordu. Yanımda yaşlı bir adam vardı, eliyle iyi şans işaretleri yaptıktan sonra başını salladı, sonra yüksek sesle hiç umut olmadığını söyledi.”
Titanik Nasıl Battı?
Titanik nasıl battı? O kadar çok kuram var ki; bunların en yenilerinden bir tanesi kasıtlı batırıldığı yolunda; tabii ki sigorta parası için. Ama buzdağının nasıl gemiye çarptırıldığının cevabı yok, yalnız ilginç iddialar ortaya atılıyor. Titanik’in Kuzey Atlantik’in derinliklerinde yattığını hepimiz biliyoruz. Buzdağı, gemiye sancak tarafından çarpmış ve çelik levhaları yarmıştı. Ünlü tiyatrocu Thomas Andrews gemi batarken ön tarafta bulunan beş su geçirmez kamaranın birisindeydi. Çarpmanın hemen ardından kamaralara buzlu deniz suyu dolmaya başladı. Aslında kamaraların sadece birisi delinmişti ama su kolayca diğerlerine de geçti, Andrews olayın tanığıydı yani su geçirmez denilen kamaralar su geçiriyordu. Aynı şey su geçirmez denilen alt bölümlerde de oldu ve Titanik, bu yüzden kolayca battı. Jack Thayer, Titanik’in batmadan evvel su yüzeyindeyken iki bölündüğüne inanıyor ve anlatıyordu ama çok kişiye göre kaza böyle olmamıştı fakat 1985’de
Dr. Robert D. Ballard, Titanik’i okyanusun dibinde iki parça olarak buldu. Ballard ve ekibi Titanik’in pruvasından kırıldığını belirledi; çünkü yara alınca gerilime dayanamamış ve denizden evvel içeri dolan sert havanın basıncıyla ikiye bölünmüştü. Bugün iki parça birbirlerinden yarım kilometre uzaklıkta ayrı yönlerde duruyor.
Titanik’in batış nedeni söylenceleri az değildir;
Titanik, kardeşi Olympic’le beraber sigortalanıp, ikisi de kasıtlı mı batırıldı?
Mürettebat ve Kaptan Smith sarhoş muydular?
Gemi subayı Murdoch, neden kendini öldürdü?
Kaptan Smith’in de intihar ettiği, telsizle gerçekten bildirilmiş miydi?
Niçin görevliler dürbünle çevreyi gözlemediler? Oysa bu yapılsaydı, buzdağı çok önceden görülebilirdi.
Titanik buzdağını son anda görüp dönmeye çalışırken, önce kıçından sonra da önünden iki defa mı yara aldı.
Su geçirmez bölmeler neden açıktı?
Söylendiği gibi Californian adlı gemi veya bilinmeyen bir diğer gemi, Titanik’i batarken görmesine rağmen yardıma gelmedi mi? Kurtulanlardan birçok kişi, bir geminin ışıklarını gördüklerine dair yeminler ediyorlardı.
Bunları Biliyor musunuz?
Bazı yolcuların köpekleri güvertede bulunan köpek kulübelerindeydi. Bunlardan birisinin değeri 750 £’du ve 1912 yılında bu miktar çok büyük bir paraydı. Bugünkü değeri 300.000 £ olarak hesaplanıyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, adı “Titanic” olan bir propaganda filmi yapıldı. Gemide gizli olarak bulunan bir Alman subayının hikayesiydi.
Yolcuların bazıları, gemi batmadan biraz evvel, jimnastik hanede bisiklete biniyorlardı.
Titanik’in birinci sınıf kamaralarının ve dinlenme salonunun bazı pencereleri ve kepenkleri, İngiltere Alnwick’te bulunan White Swan Oteli’nden alınmıştı.
Titanik’ten kurtulan gemi subaylarının ve mürettebatın hiçbirisi yaşamlarının kalanında mesleklerini sürdürmelerine rağmen asla kaptan olamadılar.
Titanik, Southampton’dan ayrıldıktan hemen sonra kömür depolarında yangın çıkmış ve söndürülmüştü.
Kurtulanlardan birisi olan gemi subayı Murdoch, gemi batmadan evvel intihar etti, aslında elindeki tabancayla kalabalığın filikalara hücum etmelerini engellemekle görevliydi.
Gemi batmaya başladıktan sonra uzaklaşan ilk cankurtaran filikasında sadece 28 kişi vardı, oysa filika 64 kişilikti.
Titanik limandan ayrılmadan evvel demirlerini alırken, çapaların birisi yakınındaki bir geminin iplerine takıldı ve neredeyse onu batırıyordu ve geminin adı Titanik’in asla göremeyeceği limanın adıydı; “New York”
Faciadan hemen sonra, New York’ta bir söylenti yayıldı; Titanik’in batış nedeni bulunmuştu çünkü kargonun konulduğu yerin gizli bir bölmesinde demir kafesli bir sandığın içinde bir lahit vardı. Lahit ve içindeki Mısır kralının mumyası, ABD’de gizlice satılmak üzere eski eser kaçakçıları tarafından gemiye yüklenmişti. Mısır inançlarına göre bu hırsızlık, tanrılara karşı bir hakaretti ve Anubis’in kudreti buna izin vermezdi. Tanrılar Titanik’i batırdı ve mumya denizin dibini boyladı. Belki… İki yıl sonra, söylenti yine başladı ama bu kez farklıydı; mumya batmadan evvel kaçırılmıştı yani gemide bulunan kaçakçılar veya kaçakçı gemicilere rüşvet vererek, mumyayı ambardan çıkarttırmış ve bir filikaya yükletmişti. Ve şirketin subaylarından birisi bu öyküyü onaylıyordu. Sonra kaçakçı rüşvet vermeye devam ederek, mumyayı Carpathia gemisine yüklemeyi de başararak, New York’a getirdi. Ama şansı orada sona erdi, satış yapılamadı, kimse mumyayı almıyordu. Kaçakçılar mumyayı geri götürmeye karar vererek, bu kez Empress of Ireland adlı gemiye yüklediler ve Empress Of Ireland’da battı ama mumya yine kurtarıldı ve Amerika’ya geri döndü. Sonuncu kez yine bir gemiye yüklenerek, yola çıkarıldı ama kader kararından dönmüyordu. Üçüncü gemi de torpillenerek batırıldı. Geminin adı Lusitania’ydı. Kimliği bilinmeyen gizemli firavun sonunda huzura kavuşmuştu.
Biliyor muydunuz… Titanik mitleri neredeyse sonsuzdur. Örneğin Kaptan Smith’in bir bebeği kurtararak, bir filikaya kadar yüzerek götürdüğü ve sonra yine yüzerek geriye döndüğü ve gemiyle beraber battığı anlatılır. Weekly World News gazetesine göre olay gerçektir. Titanik’te bulunan altınların ve mücevherlerin miktarı bilinmiyor zaten kargo kesin olarak belgelenmemişti; ama gemide kesin olarak bulunan Ömer Hayyam’ın el yazması mücevher işli “Rubaiyat”ı büyük kayıptı. Kargo listesinde, bir de yeni Renault otomobil vardı.
Kim uğursuzdu?
İki gazeteci olan John Eaton ve Charles Haas’a göre, mumyanın kaderini paylaşan gerçek birisinden söz ediyorlar; adı Frank “Lucky-şanslı” Tower. Tower, belki de gezegenin en uğursuz denizcisiydi. İlk önce Titanik’te ateşçiydi, kazadan yüzerek kurtulmuş ve ölümü atlatmıştı sonra o da Empress of Ireland’ın mürettebatına katıldı ve o da battı, Tower bu kez çok zor kurtulmuştu. En son işini bulduğunda mutluydu ama bu uzun sürmedi, Lusitania’da iş bulmuştu, gemi ayaklarının altında sulara gömülürken Tower haykırıyordu; “Şimdi zamanı geldi mi?” Bu öykü iki gazeteci tarafından anlatılmasına ve Ripley’in ünlü “İster inan, ister inanma” külliyatında yer almasına rağmen, tarihçiler tarafından onaylanmadı; tarihçiler üç geminin mürettebat listesinde bu isimde birisinin bulunmadığını söylüyorlardı. Ripley ise, gemicinin adının farklı olduğunu söyleyerek, işin içinden sıyrıldı; peki üç gemide de aynı isimli biri var mıydı? Evet, bir değil, birkaç kişi vardı ama bunların aynı kişiler olup olmadığı asla anlaşılamadı. Fakat bunlardan birisinin öyküsü kesin gerçekti; Aslında Titanik’in kamarotlardan Violet Jessup, White Star Gemi Şirketi’nin gerçekten de lanetli kişisidir. Genç kadın, önce şirketin Olympic gemisindeydi, geminin Hawke şilebiyle çarpışıp batmasından kurtuldu, sonra Titanik’te de hemşire asistanı olarak görevlendirildi ve yine kurtuldu. Violet, Şirketin üçüncü gemisi olan Britannic’de görevini yaparken son yolculuğuna çıkmıştı. Violet’in kaderi White Star Şirketi’nin gemileriyle aynıydı.[3]
Titanik’i Batıran, Buzdağı Değildi
Yeni belgeselde, “batmaz” denilen Titanik’in aslında buzdağına çarptığı için batmadığı anlatılıyor.
1912’de ilk yolculuğuna çıkarken, gemiye binme ayrıcalığına sahip olanlara herkes imrenmişti. O günlerin en büyük, en lüks yolcu gemisiydi. Üstelik “batmaz” deniliyordu. Bir mühendislik harikası olarak tasarlanmış Titanik, ve İngiltere’den Amerika’ya doğru ilk yolculuğuna çıktı.
Ancak ilk yolculuğu, son yolculuğu da oldu. Amerika’ya iyice yaklaşmışken, bir buzdağına çarpan “Titanik”, 2 saat sonra tamamen okyanusa gömüldü.
1523 kişinin hayatını kaybettiği “Titanik faciası” şimdi yeniden gündemde. İngiliz Channel Four televizyonu için hazırlanan “The Unsinkable Titanic” adlı belgesel, denizcilik tarihinin en çok konuşulan kazasının nedeniyle ilgili şok bir iddiayı ortaya atıyor.
Channel Four’da yayınlanacak olan belgeselde, Titanik faciasının asıl nedeninin geminin bir buzdağına çarpması değil, radyo operatörünün olduğu gündeme getiriliyor.
Belgesele göre radyo operatörü, 25 yaşındaki Jack Phillips, zengin yolcuların yüzlerce mesajını iletmekten bunalmış, ve o gece, faciadan 15 dakika önce Titanik’e sadece 30 kilometre mesafede olan SS Californian gemisinden gelen buzdağı ile ilgili uyarıya çok sinirlenmiş.
SS Californian gemisinin radyo operatörü Cyril Evans, Titanik operatörü Jack Phillips’ten “Kapa çeneni” cevabını alınca öfkelenip yayınını kapatmış.
İşte bu yüzden 15 dakika sonra Titanik’in SOS yardım çağrısını alamayan SS Californian, kaza yerine gitmemişti. Oysa uzmanlara göre, sadece 30 kilometre mesafede bulunan gemi, SOS’a karşılık vererek kaza yerine gitseydi, Titanik’in tüm yolcularını kurtarabilirdi.
İşte bu belgeselle, radyo operatörü Jack Phillips tarafından uyarılar ciddiye alınsaydı Titanik faciasının önlenebileceği, 1523 kişinin iş yoğunluğundan bunalan bir kişinin kurbanı olduğu ve kaza durumunda bile SS Californian’la iyi iletişim kurulsaydı aslında 1523 kişinin kurtarılabileceği savunuluyor.

0 yorum:

Yorum Gönder