Gizli Örgüt İlluminati ve İlluminati Oyun Kartları

Gizli orgutun tarihi,yapisi ve siyaseti.

HAARP Programı Nedir

Yüksek Frekanslı Aktif Orora Araştırma Programı’nın kısa adıdır HAARP.

2256 Yılından Günümüze Gelen Adam

2256 Yılından Geldiğini İddia Eden Adam

This is default featured slide 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.This theme is Bloggerized by Lasantha Bandara - Premiumbloggertemplates.com.

UFO Kazası Kalahari Çölü Olayı

UFO Kazası: Kalahari Çölü Olayı

3 Ekim 2015 Cumartesi

Astral Seyahat Nedir?


Astral Seyahat Nedir?
GENEL TANIM
Astral seyahat terimi Okültizm’de ve Teozofi’de kullanılan bir terim olup, kişinin uyku gibi ruh ve beden bağlarının gevşediği hallerde esîrî beden ya da astral beden (Spiritüalizm’de duble) denilen süptil maddelerden oluşan bedeniyle fiziksel bedeni dışında, bilinci yerinde olarak, başka mekanlarda dolaşmak üzere yaptığı yolculuğu ve bu bedeniyle geçirdiği deneyimleri ifade eder.
Parapsikoloji’de bu, “beden-dışı deneyim” anlamındaki “out-of-body experience” (OBE) olarak, Metapsişik’te ise “şuur projeksiyonu” olarak adlandırılır.
İrâdî olarak gerçekleştirilebilmesi ve deneyim sırasında bilinçli olunması sebebiyle diğer bedendışı deneyimler arasında özel bir yeri vardır. Parapsikoloji laboratuarlarında yapılan deneylerde kişinin deneyim sırasında 5 duyu organı ile algılanabilecek bilgilerden daha fazlasına ulaşabildiği gözlemlenmiştir. Astral beden için duvar gibi fiziksel nesneler ve uzaklık bir engel oluşturmayacağı ileri sürülür. Yani, kişi bu bedeniyle bir anda kıtalar arası yolculuk yapabilir ve maddi engellerin içinden geçebilir. Fiziksel bedenden çıkıldığında öte-alem varlıklarının görülebileceği de ileri sürülmektedir. Uyku sırasında yapılan astral seyahat fiziksel bedene dönüldüğünde birrüya tarzında anımsanmaktadır. Astral seyahatin, okült ve teozofik kaynaklarda ve birçok araştırmacının çalışmalarında “irâdi olarak fiziksel bedenden ayrılma” şeklinde tanımlanmasına karşın (Dr.Scott ROGO, Leaving The Body, 1983), İngiliz parapsikolog Celia Gren bir ayrım yapmış ve “fiziksel beden-dışı deneyimler”den kendiliğinden (irade-dışı) oluşanları için ekzomatik deneyim (ecsomatic experience) terimini ortaya atmıştır.
Konu hakkında en fazla araştırma yapmış kişilerden biri araştırmalarını “Journeys Out of Body” adlı kitabında aktaran Robert Monroe’dur. Halen Amerika Birleşik Devletleri’nde Monroe Enstitüsü adıyla bilinen bir kurum bu konuda çalışmalarını sürdürmektedir. Astral seyahat hakkında ayrıntılı bilgi, Ege Meta Yayınları’ndan çıkan “Astral Seyahat Teknikleri” isimli kitapta bulunabilir.

UFO Kazası Kalahari Çölü Olayı


UFO Kazası: Kalahari Çölü Olayı
7 Mayıs 1989 günü saat 13:45 sularında bir donanma firkateyni “SA Tafalberg“ Cape Town’daki karargahına, radar ekranında Afrika Kıtası’na doğru kuzey-batı yönünden saatte 5746 deniz miliyle ilerleyen tanımlanamayan bir uçan obje gözlemlediklerini bildirdi. Donanma karargahı, cismin varlığını onaylayarak, onun hava üssü radarları, ordu yer radarı ve Cape Town’daki D.F. Halan Uluslararası Havaalanı radarlarınca da tespit edildiğini bildirdi.
Cisim, saat 13:52’de Güney Afrika hava sahasına girdi. Cisimle telsiz irtibatı kurulmaya çalışıldı, fakat tüm iletişi çabaları sonuçsuz kaldı. Valhalla Hava Kuvvetleri Üssü durumdan haberdar edildi ve olay yerine iki Mirage MIG savaş uçağı gönderildi.
Cisim aniden savaş uçaklarının yetişmesi mümkün olmayan bir hızla yön değiştirdi . Saat 13:59’da Filo lideri Goomen , cismin görülebildiğini ve yerinin radarla tespit edildiğini rapor etti. Orduya, Thor 2 lazer silahı yüklü 2 keşif uçağının havalandırılarak cisme ateş açması emredildi ve bu derhal yapıldı.
Ateş sonrasında, Filo lideri Goomen , cismin kör edici ışıklar yaydığını bildirdi. Cisim sallanmaya başlamıştı fakat hala kuzey yönünde ilerlemeyi sürdürüyordu. Saat 14:02’de cismin irtifa kaybettiği ve dakikada 3000 fit alçaldığı rapor edildi. Kontrolünü kaybeden cisim, aniden büyük bir hızla 25 derecelik bir açı yaparak Güney Afrika-Botswana sınırının 80km. kuzeyindeki Kalahari Çölü’ne düştü.
Filo liderine cisim araziden kaldırılana kadar bölgenin çember içine alınması söylendi. Bir grup hava kuvvetleri istihbarat görevlisi, tıbbi ve teknik ekip ile birlikte incelemelerde bulunmak ve enkazı kaldırmak üzere kaza yerine gönderildi.
Cismin incelemesi sonucu elde edilen bulgular şöyledir:
150 metre çapında ve 12 metre derinliğinde bir krater.
Kraterin içine 45 derecelik bir açıyla saplanmış gümüş renkli, disk şeklinde bir cisim.
Cismin etrafındaki kumlar ve kayalar aşırı sıcaktan eriyerek birbirlerine kaynamış.
Cismin etrafındaki yüksek manyetik ve radyoaktif alan hava kuvvetlerinin elektronik ekipmanlarının çalışmamalarına yol açmıştır.
Takım lideri, objenin detaylıca incelenebilmesi için gizli bir üsse taşınmasını önermiş ve bu yapılmıştır. Daha sonra, çarpışmanın yaşandığı arazi kumlarla ve taş molozlarıyla, doldurularak olaya dair kanıtlar yok edildi.
Aracın Cinsi: Bilinmiyor, Dünya dışı kaynaklı olması kesin..
Orijin: Bilinmiyor- Dünya dışı …
Tanımlanabilir İşaretler: Yok- Aracın yanlarına anlaşılamayan işaretler çizilmiş
Boyutlar: Yaklaşık 20 yarda
Uzunluk: Yaklaşık 9.5 yarda
Ağırlık: tahmini 50 Ton
Yapı Maddesi: Bilinmiyor- Aracın dışı son derece parlak, Düz gümüş renkli, Dış yüzünde hiçbir bağlantı yeri görünmüyor
İtici Güç Kaynağı: Bilinmiyor-Laboratuar sonuçları bekleniyor
Notlar: Araçta hidrolik tipte iniş takımlarının bulunması kazaya elektronik arızaların neden olduğunu düşündürmektedir. Kazaya cismin lazerle vurulması neden olmuş olabilir. Araç hidrolik basınç ekipmanlarıyla açılmış ve içinde iki insanımsı varlık bulunmuştur.
İnsanımsı Varlıkların Tıbbi Raporları
Orijin: Bilinmiyor- Dünya dışı ..
Uzunluk: 1.20-1.35 cm.
Ten Rengi: Grimsi mavi ten, yumuşak ve oldukça esnek
Saç: Vücut tamamen kılsız
Baş: Normal insanınkinden büyük. Kafatası yüksek, başın etrafı koyu mavi işaretlerle kaplanmış
Yüz: Yanak kemikleri çıkık
Göz: Geniş ve yana doğru çekik, göz kapağı yok
Burun: 2 burun deliği var
Ağız: Dudaksız, küçük bir yarık biçiminde ağız yapısı.
Çene: İnsanlarınkine oranla küçük
Boyun: İnsanlarınkine oranla oldukça ince.
Kulaklar: Yok.
Vücut/ Kollar: Uzun ve ince, dizlere kadar uzanıyor.
Eller: Perdeli, pençe biçiminde 3 parmaktan oluşuyor.
Gövde: Göğüs ve karın çizgilerle kaplı
Kalça: Küçük, dar
Bacaklar: Kısa ve ince
Cinsiyet: Cinsel organ bulunmuyor.
Ayaklar: 3 parmaklı, tırnaksız.
Not: İnsanımsı varlıklardan her hangi bir kan ya da doku örneği alınamadı. Kendilerine çeşitli yiyecekler sunulduğunda yemeyi reddettiler. İletişim şekillerinin telepatik olduğu sanılıyor. Varlıklar, Hava Kuvvetleri Üssünün 6. Katında tutuluyorlar.
Kaza sonrasında ele geçirilen iki varlığın daha ayrıntılı bir inceleme yapılmak üzere 23 Haziran 1989’da Wright-Peterson Üssü’ne gönderilmesi istendi.

Gizli Örgüt İlluminati ve İlluminati Oyun Kartları


Arkadaşlar merhaba bugün sizlere epey uzun ve çok ilginç bir konunun videosunu hazırladım hepimizin hep duyduğu ve hakkında az yada çok bilgi sahibi olduğumuz illimunati ..
bununla ilgili hazırlanabilecek bir çok konu mevcut hepsini zamanla hazırlayacağım bugün ilk olarak hazırladığım video ise illiminatinin 1994 yılında ABD’de Steve Jackson Games şirketi tarafından çıkarılan ve kartlarla oynanan monopoly tarzı bir oyun..
oyun dediysem öyle çocuk oyunları gelmesin aklınıza Jackson’un kurguladığı oyunları oynayabilmek için belirli bir “olgunluğa” erişmeniz gerekiyor.Kategori olarak “rol yapma oyunları” (Role Playing Game) sınıfına dahil edilen bu oyun özellikle ABD’de çok yaygın.Normalde masa başında oynana,hikaye anlatımına dayalı, bilim-kurgu ve fantastik ögeleri içeren bu oyunların, kartlarla oynanan alt türleri de var.Oyunun adı ise “İlluminati New World Order” (İlluminati Yeni Dünya Düzeni) Evet, yanlış okumadınız. Hani şu dünyayı yönettiği düşünülen gizli örgüt Illuminati.
Oyunun kutusunda şöyle yazıyor “Maybe the Illuminati are behind this game.They must be- they are by definition, behind everything” (Belki bu oyunun arkasında illuminati vardır.Her şeyin arkasında olabileceği gibi.) Şimdi 1994 yılında çıkmış bu oyunumuzun kartlarına bir bakalım eminim bir çoğu size çok tanıdık gelecek. edindiğim bilgiler ışığında yaşanmış ve gerçekleşmiş olduğu düşünülen kartları sizlere açıklayacağım ve videonun sonunda ise ne anlam taşıdıklarını ne zaman gerçekleşecekleri yada gerçekleşmişler mi belli bilinmeyen tüm kartları seyredebilir sizde yorumlarını yazabilirsiniz….
şimdi en meşhurlarından başlayalım
ikiz kulelerin vurulması
kartta gördüğünüz üzere bariz iki adet kule vuruluyor Kartın başlığı “Terrorist Nuke” yani terörist saldırısı ve kartın alt kısmındaki açıklama çok daha ilginç “Bu kartı kontrolünüz altında bulunan bir şiddet grubuna +10 güç veya +10 direnç vermek için kullanın.”
Günümüzde ikiz kulelerin ABD tarafından yıkıldığı su götürmez bir gerçek ve bunu da müslüman terörist gruplarını güçlü göstererek,orta doğuyu işgal etmek için yapılan bir tezgah olduğu da ortada sanırım aynen kartın alt kısmındaki açıklamada olduğu gibi.
Pentagon’un Vurulması
ikinci olarak vurgu yapmak istediğim konu, bu kartların 1994 yılında piyasaya sürülmüştür. Aşağıdaki resme baktığımızda, oyun kartının üstünde Pentagon yazıyor ve Pentagon’un vurulduğuna dair bir resim gösteriyor. Pentagon 11 Eylül 2001 tarihinde vuruldu. Bu olana göre, Pentagon’un vurulmasının arkasında İlluminati’nin parmağının olduğunu çıkarabiliriz.
Japonya Depremi
sıradaki olay ise Japonya depremi. oyun kartına baktığımızda kartın arkasında Türkçe anlamıyla “Birleşik Felaket” yazıyor.
Bu yazının anlamını düşünecek olursak, Japonya depreminden sonra nükleer tesislerde oluşan sıkıntıdan dolayı etrafa yayılan radyasyon ikinci bir felaket oluşturdu.
yani birleşik bir felaket oluşmuş oldu
Peki bu kartta gösterilen resim Japonyayı mı gösteriyor? ve japonya yı gösterdiğini nereden anlıyoruz?
2. Resimdeki saat kulesi Tokyo Wako Saat Kulesidir. zaten bu saat kulesi de oyun kartında görüyorsunuz.
kulede gördüğümüz gibi saat 11 i 3 geçiyor.
Buda Japonya’da olan depremin 11/03/2011 tarihinde olacağına işaret ediyor ve bu tarihte gerçekten Japonya’da deprem oldu.
tabi ki çoğunuzun aklınıza şu soru geliyordur deprem o tarihte nasıl oluştu? nasıl o tarihe denk geldi? İlluminati’nin deprem oluşturabilecek gücü var mı? evet var Abd nin HAARP silahına sahip olduğunu biliyoruz Peki bu HAARP silahı ne işe yarıyor? Gönderdiği sinyallerle mevcut deprem riski olan bölgelerdeki fay hattını tetikleyerek harekete geçmesine sebep oluyor.Böylece aslında doğal afet gibi gözüken bu felaket gerçekleşiyor. bu konu hakkında yapmış olduğum bir video mevcut seyretmenizi tavsiye ederim
Endonezya Tsunami Felaketi
sıradaki Karta baktığımızda bir tsunami görüyoruz. Açıklamasında ise, bu kart bir kıyı şehrini hemen yok etmek için kullanılır yazmakta. Endonezya’da da 7.7 şiddetinde deprem olması sonucu bir tsunami oluştu ve her yer sular altında kaldı. Buda akıllara yine HAARP silahını getiriyor.
Barrack Obama’nın Seçimleri Kazanması
işte en sevdiğim ve cok acık seçik olan kartlardan bir tanesi
Bu kartta da ABD başkanı Barack Obama’yı çok net bir şekilde görüyoruz. demek oluyor ki eskiden çıkarılan bu oyun ve oyununun kartlarında abd nin siyahi bir başkanı olacağı da belliymiş demek ki abd yi yönetecek kişileri de illimunati seçiyor
Ekonomik Kriz
sırada iki adet kar birlikte var görmüş olduğunuz kartlar İlluminati’nin paraya yön vererek ekonomik krizlere neden olabileceğine işaret edilmekte. Bugün Avrupa’nın bir çok yerinde yaşanan ekonomik krizlerde buna bağlı olarak çıkmakta. Örneğin Yunanistan ve İspanya’da olduğu gibi.
Ortadoğu İsyanları
işte yine iki kart birlikte siyonizmin devletleri daha kolay kontrol altında tutabilmesi için diktatörlükleri yıkıyor ve onları küçük parçalara ayırıyor bu kartlarda orta doguda yasanan isyanlarda dış güçlerin parmağının oldugu bariz şekilde belli
Akıl Kontrol Edici
bu karta baktığımızda akıl kontrol edici lazer adını taşıdığını görüyoruz bu kart bence şu anda gerçeklesen bir olay
medya gazete vasıtasıyla zihin kontrolü yapılıyor insanların düşüncelerini ve şeçimlerinin bir kalıba sokulmaya çalışıldığını ve anlattığını düsünüyorum
şimdi biraz hızlanalım kısa kısa baslıklar altında geri kalan kartlara göz atalım
Büyük medya
evet işte en büyük silah medya insanları neye inandırmak istiyorlarsa onun hakkında yapılan yalan dolan haberler ile insanlar kandırılıyor..
subliminal mesajlar
artık bunu bilmeyen kalmadı hemen hemen seyrettiğimiz her filmin çizgi filmin içerisine yerleştirilen bu yazılar insanların bilinç altında bazı düşüncelerinin enjekte ediyor
Kablo tv
işte yine medya ile ilişikli olan bu kartta bizleri televizyon basına bağlayıp gerçeklerden uzaklaştırmak ve yapmak istedikleri düşünceleri bize aktardıkları televizyon ve binlerce kanaldan oluşan kablo tvler
Medya Sansasyonları!
bu kartta da İnsanları uyuşturma ve oyalama taktikleri görüyoruz ve bunu da çok iyi yapıyorlar
Program dışı!
bu kartta bizlere diyorlarki yada kendilerinden olanlara diyorlarki eger bizden ayrılırsanız bu duruma düşersiniz işte İlluminati’den çıkan kişilerin düşürüldüğü rezil durumlar. Britney Spears’ı hatırlayalım.
Tarihin yeniden yazılması!
Okul kitaplarına yalan ve dolanın doldurulması.
Nükler faciya
Japon Nükleer faciası 2011 ya da Çernobil’i de kastediyor olabilir.
hangisi olursa olsun belli ki zamanında bunu da söylemişler bizlere
petrol sızıntısı
söyle bir bilgimizi tazeliyelim ve hatırlayalım
2010 yılındaki Meksika Körfezi petrol sızıntısı
Genleriyle oynanmış hayvanlar
Albino (Renksiz) timsahlar.Genleriyle oynanmış fazla yaşayamayan canlılar.
Ekin çemberleri
Dünyanın dört bir yerindeki tarlalarda bir gecede oluşan devasa şekiller.
uzaylılarmı yapıypr yoksa dunyalılar tarafındanmı yapılıyor yada illimunatinin uzaylı varlıkların varlığından haberleri çok eskiden beri vardı bizleremi açıklamadılar
Gerillalar
evet yakın zamanda hepimiz televizyonlardan seyrettik Somali korsanlarını hatırladınız dimi ?
yozlaşma
kartta gördügünüz üzere yardıma ihtiyacı olan insanlardan yardımların kaçırılmsı yada yardım edilmemesi
Deprem Makinası
evet daha öncede bahsettim japonya depremi kartında..çok gizli olan ama son zamanlarda hakkında fazlasıyla konuşulan haarp yani iklim silahı depremleri başlatıyor olabilir
NATO!
İçine aldığı askeriyeleri kuklalaştıran ve kendileri için kullanan topluluk.
Paralı Askerler!
Vatanı için değil, para için savaşacak askerler yaratmak.artık ne amaçla kullanılacaklarsa
OPEC!
bu kartta görüldüğü üzere arap seyhlerinin lüks ve sefahat içinde kuklalaştırılması.
Reformların Süpürülmesi!
İnsanlığın yararına olan bütün reformların saf dışı bırakılması.
Tütün Şirketleri!
Küresel ekonominin en büyüklerinden.. Nüfus kontrol silahlarının da en etkili silahlarından
Nüfus azalması!
kartta gördügünüz havaya salınan gaz ve bu gazın almıs oldugu kuru kafa şekli yani atmosfere salınan gazlar ile insan ömrünün kısaltılması çünkü 10 insan 100 insandan daha kolay kontrol edilir.
Hastalıklar
labaratuarlarda Üretilmiş hastalılardan biri olan İrlanda domuz gribi tarihi hatılaryalım kartlar 94’de çıktı hastalık 2009’da bakalım daha neler cıkacak
Hastalık kontrol merkezi!
Yeni hastalıklar üretip üç şeyi başarmak
insanlarda korkuyu başlatmak ve arkasından tedavi ediyoruz diye nufus kontrolu ve ılc fırmalarının kazançları
telekulak
İnsanlar dinlenecek.istedikleri kişi hakkında hersey ınternet ortamına yada medyada yayınlanacak yada bunları yaparız dıyerek korku salınacak
video oyunları
işte hemen hemen çoğumuzunbasından saatlerce kalkmadıgı ve zamanımızı bosa harcadıgımız
Video oyunları! Gözleri dünyaya kapalı, hipnotize olmuş beyinler.
piyango
normal yoldan kazancı ıyı olmayan kişilerin en kısa yoldan zengınlıge ulasma yollarından bırı pıyango ve sans oyunları
Barış için öldür!
insanlara özgür oldukları aşılanacak
sosyalizim komünizim kapitalizm sal-solve bunun gibi aklıma gelmeyen yüzlercesi..insanlar yani bizler bir trafı şeçip o taraf için savaşıp birbirimizi kıracagız ani kısacası bunun adı böl parçala yönet
Bilim-Kurgu fanatikleri.
Hayali senaryolarla insanları oyalamak.
bende bir bilim kurgu fanatiğiyim hayali seneryoların ıcınde kendımı nasıl kaybettıgımı ben bılırım
Sansür!
Doğruyu söyleyenlerin yada söylemek isteyenlerin medyadan uzaklastırılması susturulması
Özelleştirme!
Halka ucuz ve bol gıda ve tüketim maddesi sunan kuruluşların özelleştirilmesi.
Enerji Krizleri!
suni krizler yaratılarak bir kriz varmış göstermek tabi ki buda onların işine geliyor
Uluslararası hava organizasyonu!
bu kartta elinde bir kağıt olan adam ne yapıyor dersiniz nedense kartta hortum ve fırtına gözüküyor
sanırım buda yine iklim silahı haarp
NASA!
bu kartta ise gördüğümüz sey çok ilginç
bir stüdyo Amerikalı astronot ve bir bayrak bana aya çıkışı hatırlatıyor
ama su var aya çıkış tarihi bu kartlardan çok daha eski sanırım diyorlar ki biz aya çıkmadık stüdyoda çektik
zaten (Bilim adamları “kamera bantlarını verin inceleyelim” dedikleri zaman “bantları kaybettik bulamıyoruz” demişlerdi.)
Yargı
Yargı ve yönetimin etki altına alınarak istedikleri kararların çıkarılması.
bank merger
Bankaların birleşip tek merkezden yönetilmesi
Piyasa manipülasyonları.
İstenilen ülkenin piyasasına etki etme.
Değer spekülasyonu!
Altının yükselişini hatırlayalım ve altın sahıbı olanların nasıl zengınlestıgını
Multinational Oil Companies ;
Çok uluslu Petrol Şirketleri
Prenses Diana
evet bildigimiz prenses diana nasıl öldüğünü biliyoruz peşindeki gazeteci ordusundan kaçarken kaza yapmıştı
Epidemic
bu kartın üzerinde ilaçlar ve karantina yazısını görüyoruz aklıma ilk gelen laboratuvar ortamında yaratılan salgın hastalıklar
Bill Clinton ve Hilary Clinton
beni çok ama cok sasırtan kartlardan ikisi
iki karta tek tek bakacak olursak çok birşey ifade etmiyor ama ıkı kartı bırlestırınce bence cok sey ıfade edıyor
gorgugunuz uzere clıntın ın boynundakı tasmayı hilaryi tutuyor ben bu ısten sunu anlıyorum hıly clınton kontrolunde olan bır abd baskanı sımdı super bır şeyden bahsedeceğim bu iki kart bize barız sekılde daha oncede bahsettıgım zıhın kontrolunu acıklıyor Duymuşsunuzdur belki, Bill Clinton’ın çoğu ropörtajını ‘yoğun zihin kontrolü’ altında verdiği konuşuldu. Hatta kamera arkası görüntüleriyle de bu ispatlandı. kısa bır kamera arkası goruntusu seyrınden sonra kartlara devam edecegız .
Tax Reform ;
kısa bir videonun ardından yani kartımız bu kartta Vergi Reformları anlatılıyor
Messiah ;
Mesih… sanırım Sahte mesih planları da var illimunatinin
Plague of Demons ;
bu kart İblis Vebası anlamı taşıyor sanırım ilerde anlayabileceğiz
Meteor Strike ;
Meteor Çarpışı…. Biliyorsunuz bununla ilgili haberler çoğaldı son zamanlarda…
Immortality Serum ; Ölümsüzlük İlacı… Bununla ilgili haberler de duymuşsunuzdur.
ölen insanlara yaptıkları iğnelerden sonra ölü kişinin bazı kaslarının hareket etmesıyle ılgılı
Empty Vee ; iste yine en buyuk silahları medyanın bir kolu MTV kanalı
Eliza. Bu gördüğümüz kart, Yapay Zeka’yı temsil etmekte…
Flesh-Eating Bacteria ; Et Yiyen Bakteri…
The Weird Turn Pro ;
Garip Dönüş Programı, ya da Garipliğe Dönüş Programı,
örnek verecek olursak Lady Gaga…
uzaylı istilası
illimunati tarafından uaylı istilası gerceklestırılecek yada gercekten gerceklesecek aklıma su sorular gelmıyor degıl acaba bu grup uzaylılardanmı olusuyor olurmu olur buda apayrı bır konu zaten cunku kartlarda dısardan gelecek bır saldırya karsı tum ulusların ekonomonın ve ınsanların bırlesmesını anlatıyor
Empire State Binasının Çöküşü
evet bir kart daha Empire State Binasının Çöküşü ama bu çöküş uzaylıların saldırısıyla oluyor acaba kendılerı yapıp uzaylı istilası mı diyecekler yada yine tekrarlıyorum kendilerimi uzaylı
İnsan Klonlama
doly isimli koyundan sonra gizli gizli insan klonlama deneyleri sürdürüldüğünü biliyoruz hatta bir bilim adamı dünya da yasayan 7 adet klon insan olduğunu söylemişti hatırladığım kadarıyla bunu araştırıp videosunu yapmayı düşünüyorum ileriki zamanlarda zamanlarda
ama su bir gerçek ki ilerde insan klonlama ile ilgili bir çok haber duyacağız
Üçüncü Dünya Savaşı
ve anlatacağım en son kart ise 3. dünya savası ne zaman olur yada olur mu bilinmez ama su bir gerçek ki dünyamızda yasanan olaylar her gecen gün bu savaşın yaklaştığının habercisi
evet arkadaşlar yüzlerce kartın içinden sizlere anlatacağım kartlar bu kadar umarım severek beğenerek seyretmişinizdir
şimdi anlatmadığım anlamı belli olmayan gerçekleşip gerçekleşmediği hakkında bilgi bulunmayan diğer kalan kartlardan oluşan slay tı seyretmenizi rica ediyorum ve seyrettikten sonra aklına gelen teoriler varsa kartlarla ilgili lütfen yorum olarak yazarsanız bu konu üzerinde güzel bir konuşma ortamı doğabilir hepinize teşekkür ederim sabırla seyrettiğiniz ve dinlediğiniz için sizleri kartlarla bas basa bırakıyorum
iyi seyirler ….

HAARP Programı Nedir


HAARP Programı Kısaca Nedir?
Yüksek Frekanslı Aktif Orora Araştırma Programı’nın kısa adıdır HAARP.
Bilindiği gibi, son yıllarda en fazla tartışılan konulardan biriside, küresel iklim değişiklikleridir.
İklimler, istenildiğinde değiştirilebilir mi?
Bu tartışmalar uzun yıllardan beri yapılmaktadır. Bu gün gelinen noktada, bu tartışma daha bir can alıcı şekle dönüşmüştür. Çevre ve doğa şartlarını değiştirme mücadelesi, aslına bakılırsa son 50 yıldır devamlı olarak tartışılmaktadır ve ABD başta olmak üzere, Rusya’da bu yönde önemli mesafeler kat etmiş durumda.
İlk olarak Amerikalı matematikçi John Von Neumann iklim değiştirme deneylerine başlamış. Bu deneyler özellikle soğuk savaş döneminde, ABD Savunma Bakanlığı ile birlikte, daha o zamandan bazı iklim savaşı yöntemlerini öngörmüştü. Bu gün çevre şartlarını değiştirme teknikleri, ABD ordusu tarafından uygulanmaktadır.
ABD ordusunun bu yönde yapmış olduğu çalışmaların kısa adıdır HAARP. Yani Yüksek Frekanslı Aktif Orora Araştırma Programı. Bu araştırma programı, Yıldız Savaşlarının bir parçası olarak geliştiriliyor ve bu programın en büyük özelliği, atmosfer tabakasından işletilen ve dünyanın her tarafında tarım ve ekoloji sistemlerini alt üst etmeye gücü olan bir kitle imha silahı.
Savaşan güçler açısından bu denli devasa bir kitle imha silahına sahip olmanın hiç kuşku yok ki bir dizi avantajı vardır ve düşmanı zorlamak ve yok etmek adına gücü elinde bulundurana önemli imkanlar ve seçenekler sunar. Bu seçenekler arasında fırtına, sis, yağmur, sel, kasırga, kuraklık ve deprem gibi bir dizi doğal afet yaratma seçeneği vardır.
Aynı zamanda iklim değiştirme teknolojileri, hem iç güvenlik ve hem de dış güvenlik alanındaki önlemlerin önemli bir parçası olacağı gibi, aynı zamanda uzayda hava şartlarını ekileyerek, yapay iklimler yaratmakta söz konusudur.
Aslında BM bu konuda 1977 yılında bir adım atmış ve o dönemde almış olduğu bir kararla bu gibi iklim değiştirmeye yönelik çalışmaların yapılmamasına yönelik “uzun süre etkili olacak vahim sonuçlara yol açabilecek olan çevreyi değiştirme teknolojilerini yasaklayan” bir Uluslararası anlaşmayı kabul etmiş. Bu teknolojilerin dünyanın yapısını değiştirme, bitki ve su örtüsünü ve atmosferini yada uzay yapısını değiştirme olarak tanımlanmıştı. 1977 yılındaki bu anlaşmanın özü 1992 yılında Rio de Janerio’daki Dünya zirvesinde de yinelenmek sureti ile askeri amaçlı kullanım konusu bir tabuya dönüştürmüş.
Ne var ki dünyanın Jandarması ABD bu gibi hususları hiç bir zaman dikkate almadığı için, 1992 yılından beri daha bir aktif olarak iklim değiştirme teknikleri üzerinde çalışmalar yapmaya başlıyor.
HAARP 1992 yılında ortaya çıkıyor. Alaska’nın Gokona yöresinde yüksek frekanslı radyo dalgaları ile atmosferin üst tabakalarına çok yoğun enerji gönderebilen ve alan yüksek frekans antenlerinden oluşuyor.
HAARP’ın finansmanı ABD Hava Kuvvetleri, ABD Donanması ve İleri Düzeyde Savunma Araştırma Projeleri Ajansı
tarafından sağlanıyor.
Bu konuda ABD kaynaklarının yapmış olduğu açıklamalara göre HAARP’in amacı araştırma için atmosferin üst düzeylerinde bazı küçük, yerel değişiklikler oluşturmak.
Oysa bu konuda Uluslararası Halk Sağlığı Enstitüsü bir açıklama yapıyor ve HAARP’in dev bir ısıtıcı gibi işlediğini, atmosferin üst düzeylerine feci düzeyde zarar verebileceğini, dünyayı koruyan tabakada büyük yaralar açtığını söylüyor.
Peki bu söylenenlerin dışında HAARP programında başka neler varmış?
Mesela radyo iletişim hatlarını kırabilecek silahlar üretmek HAARP programında varmış.Mesela roket ve uzay gemilerine yerleştireceği aletlerle, elektrik ağlarında büyük kazalara yol açabilecek bir silah oluşturmak da varmış.
Petrol ve gaz hatlarında ciddi kazalara yol açarak, akıl sağlığını etkileyebilecek silah oluşturmakta HAARP programında varmış.
Dolayısı ile bu verilerin ışığından yola çıkarsak, insanlığın karşı karşıya olduğu feci durum, akıl almaz boyutlarda. Şayet bu gibi silahların üretimi hayata geçerse, ABD dünyanın bir çok bölgesine, inanılmaz zararlar verecektir. Başka ülkelerin ekonomilerini direkt olarak yerle bir edebilecektir.
Eko sistemleri ve tarımı etkileme amacı ile kullanılabilir. Dünyanın bir çok coğrafyasında istediği anda tarımı zayıflatabilir ve kendisine olan bağımlılığı daha da bir direkt hale getirebilir.
Yani daha açık bir ifade ile, HAARP programı bir çok yönü ile diğer alışılmış stratejik silah sistemlerini gölgede bırakıyor.

Uzaylılar Tarafından Kaçırılanlar Ve Kaçırılanlara Takılan Mikroçipler


Kayıtlara Geçen Kaçırılma Dosyaları (Alien Abduction)
MİKROÇİPLER
Uzaylılar tarafından kaçırılma olaylarıyla ilgili raporlarda bahsedilen ortak noktalardan biri de, uzay gemilerine alınan kişilerin birtakım fiziksel testlerden geçirildikleri ve vücutlarına ince, uzun iğnelerin enjekte edildiğidir. Bu iğnelerin ucunda, kimi zaman 0.25 cm’den daha az bir çapa sahip, ince metalik toplar bulunmaktadır. Vücuda enjekte edilen bu iğneler çıkarıldığında uçlarındaki topların yerinde olmadığı görülmüştür. Kaçırılma deneyimi yaşayan kişiler, “mikroçip” adı verilen bu parçaların burunlarına, kulaklarına, sinir uçlarına ve hatta göz kapaklarına yerleştirildiğini söylemektedirler.
Kaçırılanların bazıları, bu küçük topların, yine benzer bir operasyonla vücutlarından geri çıkarıldığını rapor etmişlerdir.
Uzaylı mikroçiplerinin varlığı, ilk kez 1967 yılında, Betty Andreasson adlı Massachusetts’li kadının uzaylılar tarafından kaçırılmasıyla duyulmuştur. Andreasson, dünya dışı varlıklar tarafından kaçırıldığını ve uzaygemisinde yapılan tıbbi incelemeler sırasında burnunun içine küçük, sivri uçlu bir topun yerleştirildiğini açıklamıştır.
Eylül 1986’da, saygıdeğer bir bilim gazetesi olan Nature’de, İngiltere Oxford Üniversitesi jinekologlarının bir raporu yayınlanmıştır. Raporda, doğum öncesi rutin kromozom testinden geçen bir kadın hastanın jenital sıvısında esrarengiz bir cismin bulunduğu belirtilmektedir. Tanımlanamayan bir maddeden yapılmış olan ve küçük noktalardan oluşan bu cisim, sadece 10 mikron ölçüsünde olup, şimdiye kadar tespit edilebilmiş tüm mikroçiplerden daha küçüktür.
MİKROÇİPLERİN VÜCUTTAN ÇIKARILMASI
Uzaylı mikroçipleri, 1994 yılından beri cerrahi operasyonlar yoluyla vücuttan çıkarılabilmektedir. Ayak parmağı, el, çene, dış kulak gibi organların içinde sinir uçlarında rastlanan bu cisimlerin, sadece top biçiminde olmadığı, pek çok başka biçime de sahip oldukları görülmüştür: üçgen, çubuk, tel, vb…Kimi zaman bu cisimlerin bulunduğu yerler üzerinde yara izlerine rastlanmıştır. Bazı vakalarda çıkarılan bu cisimler bir koza şeklinde olup, içinde fosfor yeşili ışınlar yaymaktadır.
1995 yılının Haziran ayında, California’lı Pediyatrik Tıp Doktoru Roger Leir, bir UFO sempozyumu sırasında, kaçırılma olayları hakkında bir rapor sunan Houston’lu UFO araştırmacısı Derrel Sims’le tanışmıştır. Bir pediyatri (ayak hastalıkları) uzmanı olan Dr. Leir, Sims’in sunuşunda uzaylılar tarafından ayağının içine yabancı bir cisim yerleştirilmiş bir kadından bahsetmesinden oldukça etkilenmiş ve olayı incelemek istemiştir.
Patricia Damly adlı bu kadının ayak röntgenini inceleyen Dr. Leir, ilk bakışta bu cismin ortopedik cerrahide kullanılan paslanmaz çelik materyallerden biri olduğunu düşünmüş, fakat Patricia’nın daha önce herhangi bir ayak ameliyatı geçirmemiş olduğu ortaya çıkmıştır. Kadının ayağında bulunan bu esrarengiz cismin uzaylılar tarafından kaçırılmasıyla ilgili olma ihtimali hem Sims’i hem de Leir’ı oldukça etkilemiş; Dr. Leir, söz konusu hasta California’daki kliniğine getirilirse bu cismi ayağından ücretsiz olarak çıkaracağını duyurmuştur. Sims Leir’e, elinin içinde benzer bir yabancı cisim bulunan Pat Parrinello adlı kadından da bahsetmiş ve ona kadının el röntgenini göndererek fikrini sormuştur.
Dr. Leir’a gönderilen Damly ve Parrinello’nun röntgen filmleri radyologlarca incelenmiş; sonuçta her iki cismin de metalik olduğu, kesinlikle doğal bir kist ya da benzeri bir oluşum olmadıkları anlaşılmıştır. Bu iki kadın, vücutlarındaki yabancı cisimleri çıkartmak üzere Ağustos 1995’te Dr. Leir’in kliniğine gelmişlerdir.
Patricia Damly, Ekim 1969’da, Teksas’ta uzaylılar tarafından gemiye alındığını, fakat olayla ilgili çok az şey hatırladığını anlatırken, Pat Parrinello geçen 42 yıl içinde pek çok UFO gözlemi yaptığını belirtmiş ve kaçırılma olayının 1954 yılında, kendisi henüz 6 yaşındayken gerçekleştiğini açıklamıştır. Parrinello, elindeki yumruyu 1971 yılında geçirdiği trafik kazasının ardından çekilen röntgenleri görene kadar fark etmediği söylemiştir.
Damly’nin ayak parmağında bulunan ince, üçgenimsi cisim 1 saatlik bir ameliyat sonunda çıkarılabilmiştir. Domates çekirdeği büyüklüğündeki cismin etrafında oluşan gözle görülebilir ince bir doku, cismi vücutta bulunduğu süre boyunca kaslardan izole etmiştir

Dünyadan Çıplak Gözle Kaç Galaksi Görülebilir


Çıplak gözle kaç galaksi görebiliriz..?
Beş bin? İki milyon? On milyar?
Hayır, dört tane görebiliriz. Aslında oturduğumuz yerden yalnızca iki tane görebiliriz, bunlardan biri de içinde bulunduğumuz Samanyolu’dur.
Evrende 100 milyardan fazla galaksi bulunduğunu ve bunların her birinde de 10 ila 100 milyar arası yıldız olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu durum biraz hayal kırıklığı yaratır. Dünyadan çıplak gözle toplamda sadece dört galaksi görülebilir; bunlardan da sadece yarısı aynı anda görülebilir (her yarımküreden iki tane). Kuzey Yarımküre’den Samanyolu’nu ve Andromeda’yı (M31) görebilirken, Güney Yarımküreden Büyük ve Küçük Macellan Bulutları’nı görebiliriz.
Olağandışı görme yeteneğine sahip bazı insanlar üç galaksi daha gördüklerini iddia ediyor: Üçgen Takımyıldızı’ndaki M33 Galaksisi, Büyükayı Takımyıldızı’ndaki M81 Galaksisi ve Su Yılanı Takımyıldızı’ndaki M83 Galaksisi; ama bunu kanıtlamak çok zordur.
Çıplak gözle görüldüğü düşünülen yıldız sayısı büyük bir değişkenlik gösterir, ama toplam sayının 10,000’in oldukça altında olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Astronomiyle ilgili amatör bilgisayar yazılımlarının çoğu aynı veritabanını kullanır: Bu veritabanının listesinde “çıplak gözle görülebilir” 9600 yıldız vardır. Ancak, kimse bu rakama gerçekten inanmaz. Diğer tahminler 8000 civarından 3000’in altına kadar iner.
Sovyetler Birliği’nde, geceleyin gökyüzünde görülebilen yıldız sayısından daha fazla sinema salonu olduğu (5200 civarı) söylenirdi.
Kanadalı internet sitesi www.starregistry.ca ‘da 98 Kanada Doları karşılığında bir yıldıza sizin veya bir arkadaşınızın ismini verebiliyorsunuz; 98 yerine 175 Kanada doları verirseniz size bir de çerçeveli belge veriyorlar. Bu site, çıplak gözle görülebilen 2873 yıldız listeliyor. Bu yıldızlar daha önceden tarihsel ya da bilimsel isimler almış oldukları için bunların hiçbirine isim verilemiyor.

2256 Yılından Günümüze Gelen Adam



2256 Yılından Geldiğini İddia Eden Adam
HAFTADA 800 DOLARINI 350 MİLYON DOLARA ÇIKARAN YATIRIMCI, İNSİDER TRADİNG SUÇLAMASIYLA KARŞILAŞINCA “BEN ASLINDA 2 BİN 256’DAN GELEN ZAMAN YOLCUSUYUM” DEDİ. AMERİKAN SERMAYE PİYASASI OTORİTESİ SEC, İŞİN İÇİNDEN ÇIKAMADI.
Zamanda Yolculuk Yaptığını İddia Eden Adam Borsayı Karıştırdı…
Federal güvenlik görevlileri, içeriden bilgi sızdırma suçlaması yüzünden bir Wall Street borsacısını tutuklayıp sorgulamaya başladılar. Tutuklanan borsa dahisi, 2256 yılından günümüze zaman yolculuğu yaptığını iddia ediyor!
“Security and Exchange Commission” kaynaklarına göre 44 yaşındaki Andrew Carlssin, 28 Ocak tarihindeki tutuklanmasına yol açan şüphe uyandırıcı olağanüstü borsa başarısını yukarıdaki gibi garip bir şekilde açıklamakla yetiniyor.
Bir SEC görevlisi şöyle diyor: “Bu adamın palavralarına inanmıyoruz, ya delinin teki ya da patolojik bir yalan söyleme vakası. Ancak bir de şöyle bir gerçek var elimizde: Adam 800$’lık bir yatırım ile başlamış ve 2 hafta içinde sahip olduğu portföy 350 milyon doların üzerinde! Borsa üzerinden gerçekleştirdiği tüm alışlar ve satışlar beklenmedik gelişmelerin bilgisine dayanıyor, bunu şans faktörü ile açıklamak mümkün değil. Bu bilgilere sahip olmasının tek bir yolu ver, işlem yaptığı şirketlerle ilgili içeriden bilgi sızdırmış olması ki bu da yasadışı… Bize bilgi kaynaklarını söyleyene kadar onu Rikers Adası’ndaki bir hücrede tutmayı düşünüyoruz.”
Geçen yılki borsa dalgalanmaları pek çok yatırımcıyı beş parasız bırakmıştı. Aynı esnada Carlssin 126 çok riskli işlem gerçekleştirip hepsinden de yüksek kazançlar elde edince gözler bir anda bu borsacıya dönmüştü. Carlssin, 200 yıl ileriki bir tarihten, yani gelecekten günümüze geldiğini iddia ediyor ve tabii o zamanki tarih ve istatistik kayıtlarında da günümüzdeki borsa dalgalanmaları detaylı olarak yazıyormuş. Carlssin’e göre: “Bu fırsata karşı koymak çok zordu. Aslında her şeyin sıradan ve doğal görünmesini planlamıştım. Bilirsiniz işte, sağda solda birkaç doları bile bile kaybedecek ve böylece normal bir borsacı görüntüsü çizecektim ancak son anda yakalandım.” Üzerine gidilen Carlssin, Usame Bin Ladin”in akıbeti ve AIDS’in çaresi gibi tarihi gerçekleri de açıklayabileceğini söyledi, tek ihtiyacı olan zaman makinesine binmesinin izin verilmesi. Ancak Carlssin, makinenin nerede olduğunu bir türlü söylemediği gibi nasıl çalıştığını açıklamayı da reddediyor. Sebep: “Bu teknoloji, kötü güçlerin eline geçebilir.” Yetkililer, bu adamın iddialarının palavra olduğu konusunda hemfikir; ancak bir SEC yetkilisi şunu itiraf ediyor: “Elimizdeki tüm federal kayıtları taradık, Andrew Carlssin isimli biriyle ilgili olarak, böyle bir adamın yaşadığını, bir şeyler yaptığını gösteren Aralık 2002 tarihinden önce hiçbir kayıt yok.”

Philadelphia Deneyi



Philadelphia Deneyi
İkinci dünya savaşının en ateşli zamanları savaşın tarafları, durumu kendi lehlerine çevirmek için her türlü yolu deniyorlar. Bu deneylerden biri de maalesef sonu çok şaşırtıcı ve bir o kadar da acı biten Rainbow Project adıyla da bilinen ‘Philadelphia deneyi’. Araştırma grubunun başında ve projeyi yürüten Bilim adamı, oşinograf, havacı, astronom, astrofizikçi, teorik fizikçi, matematikçi ve yazar, “Dr. Morris Ketchum Jessup”tur.
Jessup, Birinci Dünya Savaşı’na çavuş rütbesiyle katılır; 1920’li yıllarda, Iowa ve Michigan Üniversiteleri’nde matematik ve kozmoloji öğrenimi görür. Daha sonra, bir araştırma ekibi ile gittiği Güney Afrika’da astronom olarak çalışırken keşfettiği “Çift Yıldızlar” ile adı astronomi tarihine geçer.
Jessup araştırmalarını sürdürür ve Amerikan hükümetinin ikinci dünya savaşı sırasındaki gizli askeri araştırmalarından biri olan ‘elektronik kamuflaj’ deneyinin başında yer alır Daha önceleri ilk çalışmalar, Alternatif Elektrik Akımının mucidi olan Nikola Tesla’nın başında bulunduğu grup tarafından 1930 yılında başlatılmış, Deneyler sırasında bazı küçük parçalar kısa süreler için yok edilmiş ve sonra tekrar materyalize edilmiştir. Ancak Deneyin ne şartlarda uygulandığı ve uygulamanın kontrol prensipleri net olarak belirtilememiş ve açıklanmamıştır.
Bu aşamada işe Einstein’in da adı karışmıştır şöyle ki; Tesla, Deneyin ve Teknolojisinin geliştirilmesi için Einstein’in yardımını istemiş ancak Einstein, Bu Teknolojinin İnsanlığa yarar getirmeyeceğini düşündüğünden katılmak istemediğini belirtmiştir.
Chicago Üniversitesi ile Princeton Enstitüsü de 1939 yılında yaptıkları çalışmalar sonucunda çeşitli küçük materyali görünmez hale getirmeyi başarmışlar ve Bu Teknolojiyi İkinci Dünya savaşı sırasında A.B.D.’nin Resmi Mercilerine tanıtmışlardır
Dr. Jessup yönetiminde başlanan projede Haziran 1943′ de yapılan ilk deneyde sağlıklı sonuçlar alınmamasına rağmen ikinci ve final deneyinin yapılmasına karar verilir. Deneyde amaç Einstein’in çekim ve elektrik için oluşturduğu birleşik alanlar teorisinin avantajları kullanılarak elektronik kamuflaj sağlamaktır. Fakat deneyde ulaşılmak istenen noktanın ötesine geçilmiş ve amaçlanan hedef olan radarda görünmezliğin ötesinde, gemi tamamiyle ortadan kaybolmuş optik görünmezliğe ulaşmış ve sonra tekrar ortaya çıkmıştır. Deney S. S. Andrew Furuseth isimli şilepten gözlemlenmiştir. Ve bu gemide yazının ilerleyen bölümlerinde bahsedeceğimiz gayet ilginç kişilikler bulunmaktadır
Olaylar dizisi gelişir ve en sonunda 28.10.1943 tarihinde uygulama USS Eldridge adlı gemide yapılır fakat burada ilginç olan husus deneyin boş gemi üzerinde değil üzerindeki mürettebatla beraber yapılacak olmasıdır.
Deney için gemiye 75 KWA gücünde 2 adet dev jeneratör ve her biri 2 megawatt gücünde olan 2 adet CW ve son olarak 3000 adet güç arttırıcı tüp monte edilmiştir. Daha sonra deney başlar ve geminin etrafını yeşil bir sis dalgası kaplar, gemi bu sisler içinde yitip gider ve sonradan anlaşıldığına göre deneyin yapıldığı alana 640 kilometre mesafedeki Norfolk üssünde gözükür ve tekrar Philadelphia’ da ortaya çıkar. Bu şaşkınlık esnasında şalterlerin indirilmesi emredilir ve deney güçlükle sona erdirilir. Hatta tayfalardan birisi olayı şöyle anlatmıştır.( yoruma girmeden söz konusu kişinin ağzından yazılmıştır) : -Bizim gemide bulunan üst rütbeli subaylar ve bilim adamları, korku ve heyecan içersinde soluklarını tutarak bu inanılmaz olayı seyrediyorlardı. Gemi ve personeli sadece radardan değil, gözlerimizin önünden yok olmuşlardı. Her şey planlandığı gibi olmuştu. 15 dakika sonra emir verildi ve jeneratörler durduruldu.
Deneyin gemi üstündeki etkileri her ne kadar şaşırtıcı olsa da esas gariplikler gemi üzerinde yer alan mürettebatta görülmüştür. Sisler dağıldığında gemiye yaklaşanlar mürettebatın büyük kısmının tırabzanlardan sarktığını ve kustuğunu diğer mürettebatın kendini bilmez bir şekilde ortalıkta gezindiğini; Bazılarının vücutlarının bir kısmının saydam hale geldiğini, diğer bir kısmının ise kendilerine biri dokunana kadar donduğunu görürler. Ama herhalde en acıklısı bu yok olup geri gelme esnasında gemide hareket eden tayfalardan 5’inin başına gelenlerdir.
Bu tayfalar geminin metaliyle bütünleşmiş 4’ü hemen ölmüş kurtarılabilen diğer tayfa aklını yitirmiş ve ömrünün kalanını akıl hastahanesinde geçirmek zorunda kalmıştır.
Diğer tayfalardan bazılarının, donup kaldığını yukarıda belirtmiştik açıklamak gerekirse; bu mürettebat heykel gibi kaskatı kesilmektedirler. Bu donmalar, bazen bir kaç saniye, bazen saatlerce sürmektedir. Smith adındaki bir denizcinin donuşu ise 200 gün sürmüştür. Yemeden, içmeden, nefes almadan bu kadar uzun süre donup kalan Smith, kendine geldiğinde, bu süreyi 5 saniye gibi hissettiğini ve bu süre içinde elinde olmadan uzayda gezindiğini ve Dünya’yı dışardan seyrettiğini ifade etmiştir. Donan kişiler, kendi iradeleri ile hareket edememekte, yakınlarındaki kişilerin onlara dokunarak topraklamaları gerekmektedir. Daha sonra, hepsi, bu donma anında, kendilerinin çekimsiz olarak serbestçe yükselip, uzayda gezebildiklerini ifade etmişlerdir. Kaybolan denizciler de, “Birden kendimizi, bedenimizle birlikte uzayda buluyoruz, sonra tekrar kaybolduğumuz yerde ortaya çıkıyoruz” demişlerdir.
Denizcilerin doğru söylediği, acı bir gerçekle anlaşılır: Birgün, üzerinde pusula bulunduran bir tayfa birdenbire donup kaldığında, arkadaşları ona dokunarak topraklamak isterler. Dokundukları anda, tayfa birden alev alır ve o kadar şiddetli yanar ki, geride hiç bir iz ve kül bırakmaz. Sadece bulunduğu zeminin kömürleşmiş oluşu, tayfanın yandığını göstermektedir (Bu şekilde, dört denizcinin yandığı kaydedilmiştir). Dr. Jessup yaptığı araştırmalarda, tayfaların kozmik ışınların bulunduğu atmosfer dışı bir bölgesine ışınlanmış olduğu sonucuna varır. Çünkü, halı ve döşeme numunesinde, Dünya üzerinde hiç olmaması gereken, radyoaktif ışıma ve dedektörlerin “Kozmik Primerler” kozmik ışınları saptamıştır. Bu ışınlar, magnetosferde, bilimsel adıyla “Shower” (Sağanak) denilen bir olayla törpülenmektedirler. Bu nedenle, Dünya’ya ulaşmaları olanaksızdır.. Böylece, mürettebatın uzaya bazen bedenleriyle, bazen ise dondukları anda bilinçleriyle çıktıkları doğrulanmıştı.
anlattığımız üzere Deney S.S Furuseth isimli şilepten gözlenmiştir ve bunların arasında Albert Einstein’ de bulunmaktaydı ve deneyden sonra deneyle ilgili tüm dokümanları yakmış ve bu deney tüm insanlığın kaderini değiştirecekti demiştir.
Kimse ve hatta deneyin yöneticisi Dr. Jessup bile o gün neler olduğunu anlamamıştır. Fakat S.S Furuseth isimli gemiden olayı gözleyenler arasında bulunan biri olayın neden bu hale geldiğini çok iyi bilmektedir ki bu kişi deney yapılmadan önce bu tür bir olayın mümkün olabilmesini sağlayacak bilgiyi ve materyali mektuplar aracılığıyla Dr. Jessup’ a ulaştıran Carl M. Allen ya da gerçek ismiyle Carlos Allande’dir. Carlos Allande bu projenin uygulanmasının mümkün olduğunu konusunda Dr. Jessup’ u ikna eden kişidir. Bu adamın fikirleri ve hayatı o zaman dan günümüze kadar hala bir sır perdesi arkasındadır; kim olduğu ve amaçları hakkında tüm kaynaklarda çeşitli görüşler yer almakla beraber asla net ve tam bilgiler ortaya konamamıştır.
Deney ve sonuçları Amerikan hükümeti tarafından o tarihten günümüze kadar reddedilmiş. Fakat Amerikan gizli servisi kayıtlarında Rainbow Project adıyla yer almıştır. Amerikan hükümetinin olayı örtbas etmesi, deneye şahit olanların (bir kısmının doğal olmayan yollardan) ölümü kalanların da akıllarını yitirmeleri sonucu deney büyük bir sır perdesinin arkasına kalmakta ve sorulan fakat cevabı alınamayan soruların ortasına yerleşmektedir. Ve tabi bu kısmı daha bir şehir efsanesine kaçmakla beraber deneyin daha sonraki senelerde 3 kere daha tekrarlandığı iddiaları ortaya atılmıştır. Dr. Jessup’ un Philadelphia deneyinden sonra da Carlos Allande ile olan karanlık ve karışık ilişkisi sürmüştür. Mektup bazında süren bu ilişki daha sonra konuyla ilgili araştırma ve yazılan kitaplarda verilen tariflere göre siyah takım elbise giyen tiplerin, sürekli deneye katılan bilim adamlarını takip etmeleri sonucu sekteye uğramıştır.( Bu başka bir yazının konusu olacak kadar uzun.) Daha sonra Dr. Jessup 1955 yılında günümüze kadar yazılmış en iyi Ufo kitaplarından birisi olacak olan ‘Case for the UFO’yu (bu mektuplaşmaların ışığında ve bir şekilde Carlos Allande’den apartılan detaylı UFO çizimleriyle ) yazar. Fakat söz konusu çizimler matbaada basım aşamasında çalınmıştır. Bu da siyah giyen adamlar ve Amerikan hükümetinin bu tip gizli kalmasını istediği konularda konuşanları sevmemesi ile açıklanabilecek bir durumdur.
Daha sonra Dr. Jessup 1959 yılı Nisan ayında çalışma arkadaşı Dr. Mason Valentine’ye, Philadelphia deneyi hakkında kesin sonuçlara ulaştığını açıklar ve bu konu hakkında görüşmek ve daha detaylı tartışmak için sözleşirler. Dr. Valentine 20 Nisan akşamı Dr. Jessup’u yemeğe davet eder. Fakat Dr. Jessup, söz konusu görüşmeye asla gidemeyecektir. Kayıtlara ölümü intihar olarak geçer. Fakat olayı araştıranlar ve Dr. Jessup’u tanıyanlar onun asla intihar edecek kişilikte bir insan olmadığını belirtmişler ve bu olayla siyah giyen adamlar arasında bir bağlantı olduğu ve Dr. Jessup’un söz konusu kişilerce öldürüldüğü yolunda güçlü iddialar ortaya atılmıştır. Philadelphia deneyi daha sonraları birçok kitaba ve filme konu olmuştur. Filmler arasında en meşhur örnekler olarak Wormhole, Mesaj ve Türkçe’ye Ufuk faciası olarak çevrilen Event Horizon gösterilebilir. ( Özellikle bu filmi izlemenizi hararetle tavsiye ederim.)
Referans alınan kitaplar arasında ki, bu kitaplarda ABD Deniz Kuvvetleri’nin çok gizli “Inter Services Code-Work Index”inde yer alan “Rainbow” kod adının, Philadelphia Deneyi’ne ait olduğu ve bu deneyin, resmi kayıtlarda “Project Rainbow” (Gökkuşağı Projesi) adıyla geçtiğ belirtilmektedir, Moore – Berlitz ikilisinin “The Philadelphia Experiment: Project Invisibility” kitabı, A. H. Hochheimer’in “The Philadelphia Experiment from A to Z” adlı kitabı, C. F. Berlitz’in “İz Bırakmadan” adlı kitabları örnek gösterilebilir. Phladelphia deneyi ülkemizde çok bilinmeyen fakat bilim dünyası için ve metafizik olayları inceleyen insanlar için de dönüm noktası olmuş bir olaydır. Deney Philadelphia’da çıkan bir gazetede haber olarak yayınlanmıştır ve üstte bahsedilen eserlerde bu konuda yer almaktadır.
Günümüzde bu konuya ilişkin yaygın inanış ve Amerikan hükümetinin söz konusu olaylarda takındığı tavır biçimi itibariyle bu deneylerin boşaltılmış bir hava üssü olan Montauk’ta sürdürüldüğü yönündedir. (ki bu da başlı başına ayrı bir yazı konusu olabilir.) İddialara göre sözkonusu deney bu defa Montauk Project adı altında sürdürülmektedir. Kısaca özetlemek gerekirse ister gerçek olsun ister söylenti Philadelphia deneyi bilim alanında ve metafizik konusunda yoğun tartışmaların yaşanmasına sebep olmuş. Einstein’ ın Birleşik Alanlar teoreminin ortasında bulunduğu yoğun bilimsel tartışmalar doğurmuştur. Olayda günümüze kadar indirilememiş olan sır perdesi de bu olayın cazibesini arttırmakta olay unutulup gitmek bir yana daha da kuvvetli olarak tartışılmakta ve hatırlanmaktadır. Tıpkı HAARP sitelerinin durduk yerde hacklenmesi gibi bu konuyla ilgili sitelerinde çoğu zaman bu kaderi paylaştığı bir gerçektir.
Sonuç: Philadelphia deneyi artık söylenti ve efsane olmaktan olmaktan çıkıp Amerikan hükümetinin tüm yalanlama ve örtbas etme çabalarına rağmen ispatlarıyla, delilleriyle üzerinde yoğun bir şekilde tartışılan bir gerçek halini almıştır.

Batmaz Denilen Gemi Titanik Ve Hiç Duymadığınız Sırları Ve Batma Nedenleri


Titanik Gemisi ve Sırları
Titanik, White Star Line şirketinin sahibi olduğu Olympic sınıfı bir yolcu gemisidir.14 Nisan 1912 yılında ilk seferinde batmıştır.[1]
102 yıl önce, 12 Nisan günü, Newfoundland’ın 550 kilometre açığında batan dev transatlantik Titanik’ten günümüze sadece dev bir batık kaldı. Peki neydi bu gemiyi böylesine önemli yapan? İşte hikayesi…
Titanik, İrlanda tersanelerinde üretilen ve o zamana kadar görülmemiş ölçütlere sahip bir gemiydi. Üretici firma aslında bu gemiyi RMS Mauretania gibi gemilerle rekabet için üretmişti. Geminin dizaynı Alexander Carlisle tarafından yapılmıştı. Geminin mühendisi ise Thomas Andrews’ti…
Titanik, 269.1 m uzunluğuna, 28.2 m genişliğe, 46,328 groos ton ağırlığa sahipti. Üç adet dev pervane ile 29 adet kömür kazanına sahipti. Gemi 3,547 yolcu ve mürettebat taşıyabiliyordu. Bu ölçütler o zamana kadar görülmemişti!
Titanik’in “Batmaz” özelliğini almasındaki en önemli etken, kompartımanlar arasındaki su geçirmez levhalardı. Herhangi bir su alımında bu levhalar kapatılarak su geçişi önlenecekti…
Gemi, o zamana kadar yapılmış en lüks gemiydi. Gemi’de standart olarak ana güvertede yüzme havuzu, spor salonu, Türk hamamı, hem birinci sınıf hem de ikinci sınıfta kütüphane, tenis kortu sunulmaktaydı. Birinci sınıf ortak odaları çok özel ağaç işlemeciliği, pahalı mobilyalar ve diğer dekorasyonlar ile süslenmişti.
Geminin en zayıf noktası olarak filika sayısı gösteriliyordu. Gemide, gemideki insanların ancak çok azını taşıyabilecek 20 ahşap filika vardı. Aslında o zaman filika sayısı insan sayısından ziyade gemilerin ağırlıklarına göre ayarlanıyordu. Ve bu küçük hata, Titanik’teki insanların dörtte üçünün ölümüyle sonuçlanacaktı…
Geminin kaptanı, Edward John Smith’di. Kaptanın gemideki ölümüyle ilgili birçok spekülasyon var. Bunlardan biri, tek başına kaptan köşkünde kalıp gemi ile beraber soğuk sulara gömülmesi, diğeri ise eline geçirdiği bir silahla kendi kendini vurması. Ancak baktığımızda kaptanın bu kazadaki payı sanılanın aksine az. Çünkü, gelen raporlar genellikle kaptana iletilmemişti ve mürettebat tarafından geminin hızı ayarlanmıştı…
Titanik’in ilk seferi, Southampton ile New York arasıydı. 10 Nisan 1912 tarihinde Kaptan Smith’in komutasında ilk seferine başladı. 14 Nisan akşamı ise Titanik son saatlerine giriyordu…
Saat 23.39’da, New Foundland’ın güney açıklıklarında Titanik, buzdağı ile karşılaştı. Gözcülerden Frederick Fleet, üç kez çan çaldı ve köprüye telefon etti. Telefona altıncı subay James Moody çıktı. Fleet; “Orda biri var mı?” diye bağırdı. Moody; “Evet ne gördün?” diye cevap verdi. Fleet; “Tam önümüzde buz dağı var!” şeklinde bağırdı. Moody, kıdemli ve o anda köprüde sorumlu Birinci subay William Mcmaster Murdoch’u uyarmadan önce “Teşekkür ederim” şeklinde cevap verdi ve telefonu kapattı.
Kazan dairesine inen ilk emir, “Tam Sancak Tarafı” idi. Yani geminin rotası, tamamen sağa kırılacaktı. Böylece tam karşıdaki buz dağından kurtulmaya çalışılacaktı. Buz dağının görülmesi ve çarpışmanın gerçekleşmesi arasında 31 saniye vardır. Geminin burnu hızla sağa kaydırıldı ve buz dağına çarpması önlendi. Ancak kıç tarafı bu çarpışmadan kurtulamayacaktı. Kıç tarafı, buz dağında büyük bir kırmızı boya bırakarak oraya çarptı! İlk saniyelerde omurgada büyük hasar meydana gelmiş, beş kompartıman anında su altında kalmıştı. Çarpmanın yarattığı sarsıntı yaklaşık on saniyede tamamlandı.
Öndeki bölmeler su ile doldukça levhalar kapatılıyordu. Gemi mühendisi ve bazı tamirciler çarpışmanın hemen ardından bir toplantı yaptılar. Toplantıdan çıkan sonuç, geminin batacağıydı!
Çarpışmadan 25 dakika sonra Saat 00:05’de Kaptan Smith bütün cankurtaran filikalarının örtülerinin açılmasını emir etti; beş dakika sonra saat 00:10’da yerlerinden çıkartılmasını ve saat 00:25’de filikaların kadınlar ve çocuklar ile doldurulmasını ve aşağıya indirilmesini emir etti. Saat 00:50’de dördüncü subay Joseph Boxhall ilk beyaz yardım fişeğini ateşledi.
12:45’ten itibaren filikalar yolcular ile indirilmeye başlandı. Burada da büyük hataların olduğu görülüyor. 70 kişinin sığabileceği filikaya 12 kişinin bindirildiği görülmüştür. Saat 02:05’ten itibaren filikaların indirilmesi bırakıldı. Gemi, artık kendi kaderine kalmıştı…
Saat 2:30’da geminin dev pervaneleri büyük bir gürültü ile su yüzüne çıktı. Buna dayanamayan gemi ortadan ikiye büyük bir gürültü ile ayrıldı. Tam bir can pazarı yaşanıyordu!
Batışı, 1517 kişinin ölümüyle sonuçlandı ve dünya savaşları dışındaki en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçti. Geminin enkazı, ancak 1985’te bulunabildi. Gemi, uzun uykusuna Atlantik’in derinliklerinde devam etmekte…
Geminin batışındaki ağırcan kaybının sebebi olarak her zaman filika yetersizliği gösterildi. Ancak, her büyük felakette olduğu gibi bu felaketinde manevi boyutu vardır. “Batmaz” denilen ve adeta Tanrı ile karşılaştırılan bu geminin henüz ilk seferinde batması, bize gösterilen büyük delillerden biridir… [2]
Batışın Perde Arkası ve Aralanan Sırlar
Tüm zamanların en ünlü gemisi Titanik, herkes tarafından bir deniz faciası nedeniyle tanınır oysa dev yolcu gemisinin ardında inanılmaz bir gizem saklı.
Titanik’in akıl almaz öyküsünü sunarken uyarıyoruz. Bir düşünün, Titanik’i batıran gerçekten bir buz dağı mıydı?
Hiç kimse onun dünyanın en büyük kehanetlerinden birisini yaptığını bilmiyordu. Hatta kendisinin dahi haberi yoktu. Adı; Morgan Robertson’du, Amerikalıydı, 1861’de doğdu, gençken denizcilik yaptı, sonra ise bir elmas eksperi oldu ve New York’ta kuyumculuk yaptı. Sonra Kipling’in bir öyküsünü okudu ve yazar olmaya karar verdi. İlk öyküsü, 25$’a satıldı, daha sonra yazdığı 10 öyküden ise 1000$ kazandı. Yazmak ona artık kolay ve kazançlı geliyordu. 1897 yılının bir kış gecesinde 24.Caddedeki dairesinde yeni bir deniz öyküsü yazmayı planladı. Bu bir uzun öykü olacaktı.
Hayali “Titan Kazası”
Hayalinde dev bir yolcu gemisi vardı, asla batmayan bir gemi. Bir aşk teması üzerine kurulu olan öykünün kahramanları bu dev gemiye binip, İngiltere’den ABD’ye gidiyorlardı ve aşk hikayesi dünyanın en lüks gemisinde sürecekti. Ama öykünün hayali kahramanları beklenmedik bir sürprizle karşılaşacaklar ve bir deniz kazası batmaz denen gemiyi okyanusun dibine yollanacaktı. Robertson’un teması buydu, oturup yazmaya başladı ve öyküye iki isim verdi; “Futility” yani “Nafile” ve “Titan Kazası”… Evet, yanlış okumadınız; Titan… Şimdi beraberce Robertson’un romanından bir bölümü; “Titan”ın batış sahnesini okuyalım.
“Gözcü haykırdı; ‘buzdağı! Birinci subay, kaptana haber verdi ve derhal makine dairesine tornistan yani geri git emri verildi. Fakat dev gemi durmuyordu, hızını kesmesi için zaman lazımdı ve sisler arasında görünen buzdağı yaklaşıyordu. Aşağıdan ise orkestranın ve eğlenen insanların sesleri duyuluyordu. Sonra buzdağı gemiye ulaştı, bu arada gemi ters çalışan pervanelerin gayretiyle yan dönmüştü ama yetersizdi ve kaptanla yardımcılarının çaresiz bakışları arasında buzdağı Titan’ın sancak tarafına çarptı. Darbe hafifti hatta pek hissedilmedi, kaptan o anda ucuz atlattık diye düşünüyordu. Ama birkaç dakika sonra gemi birden yan yattı, buzdağı asıl yarayı su kesiminin altında açmıştı, yara öldürücüydü çünkü uğursuz buzdağı Titan’ın bordasını jilet gibi keserek, parçalamıştı.”
Daha sonra Robertson, öyküye; gemi hızla su aldığını. Alarm verildiğini, filikaların indirilerek, önce kadınlar ve çocuklar bindirildiğini, yardım çağrıları yapılırken, Avrupa’nın en ünlü ve zengin ailelerinin mensuplarının birbirlerine ebediyen veda ederken, dev yolcu gemisi Titan’ın buzlu kutup sularına hızla gömüldüğünü anlatarak devam ediyordu.
İnanılmaz Kehanet Gerçekleşiyor…
Ve Robertson 1898 yılında öyküsünü küçük bir kitap olarak yayınladı. Kitap onu çok daha sonra ölümsüz yapacaktı, dünyanın en çarpıcı ve en dehşet verici kehanetini yazmıştı ama sonuç yayınladığı dönem için aynen kitabın adı gibiydi yani “Boş yere” Aradan 14 yıl geçti ve başka bir zamanda, başka bir gemi, asla batmaz denen dünyanın en lüks ve en büyük yolcu gemisi Titanik, İngiltere’nin Southampton limanından yeni dünyaya doğru denize açıldı. Sonra, 1912 yılında 14 Nisan’ı, 15 Nisan’a bağlayan gecede sisler arasından birden ortaya çıkan bir buzdağı batmaz denen Titanik’in katili olacaktı. Yukarda okuduğunuz Robertson’un romanındaki batış sahnesi aynen gerçekleşti. Sadece o kadar mı? Bakın Morgan Robertson Titanik’ten 14 yıl önce yazdığı romanında daha neleri bilmişti;
Robertson’un romanındaki Titan adlı gemi Southampton limanından yola çıkıyordu ve 14 yıl sonra Titanik de aynı limandan yola çıktı.
Romandaki gemi ile, Titanik arasında sadece 4 metre fark vardı. Titan 248 metre, Titanik 252 metreydi.
İki geminin ağırlıkları da çok yakındı. Robertson romanında Titan’ı 70.000 ton ağırlığında yazmıştı; Gerçek Titanik ise 66.000 tondu.
Her iki geminin de üç pervanesi vardı ve her ikisi de 3000’er yolcu taşıyorlardı. Gerek romandaki hayali Titan’a gerekse de gerçek Titanik’e Avrupa’ nın sayılı zenginleri ve ünlü aileleri binmişlerdi.
Daha da ötesi var;
Robertson’un romanındaki dev Titan, New Foundland yakınında; Kuzey Atlantik’ de bir buzdağına çarparak battı ve işte inanılmaz ama gerçek; Talihsiz Titanik de 14 yıl sonra aynı koordinatta, aynen romandaki benzeri gibi bir buzdağına çarparak okyanusa gömüldü.
Ve her iki gemide de; yeterince cankurtaran filikası yoktu; Robertson romanındaki gemide 24 filika bulunduğunu yazıyordu; Titanik’te ise 22 filika vardı ve bu yüzden can kaybı büyük oldu.
Sonra… Gerçek kazanın sonucunda 1513 yolcu boğularak öldü ve kayboldu. Aynen 14 yıl önceki romanda yazıldığı gibi… Robertson’un romanındaki Titan’da ise 1500 kişi ölüyordu. Her iki gemi de 3000 kişilikti ve Titanik’e 2224 kişi binmişti.
Morgan Robertson başarılı olamadı, kitabı satmadı, daha sonra yazdıkları da ilgi görmedi. Bunalıma girerek, bir hastanede psikolojik tedavi gördü. Sonra yeni bir öykü yazdı, bir Fransız dergisinde yayınlanan bu öyküde de, deniz altılardan söz ediyor ve periskopu tarif ediyordu. Ama yine ilgi görmedi. Başarısız bir yazar olarak, Mart 1915’de bir otel odasında ayakta geçirdiği bir kalp kriziyle yaşama veda etti. Asıl inanılmaz olay burada çünkü Robertson mart 1915’de öldü. Yani gerçek Titanik’ in batışından üç yıl sonra…Ve hiç kimse Robertson’la ilgilenmedi, yine kimse fark etmedi ve hiç kimse onun 14 yıl önce Titanik’i aynen nasıl anlatabildiğini merak etmedi.
Kimse onu anımsamadı, ta ki 1980’lerde inanılmaz olaylarla ilgili araştırmalar yapılıncaya kadar… Morgan Robertson;Titanik batmadan 14 yıl önce, gemiyle ve kazayla ilgili her şeyi tıpatıp aynen nasıl yazmıştı? Rastlantı mıydı? O, başarısız bir yazar olarak tarihin karanlıkları arasında kayboldu, şimdi ise ruhu hatırlanmanın sevinci içinde olmalı… Kehanet sıradan bir iş değil, ve asıl gizem kendi yapısında, ne zaman ve nerede ortaya çıkacağı hiç belli olmuyor; oysa gelecekte nelerin olacağı konusunda çevremiz sayısız ipucu dolu; yeter ki görmek için çaba gösterelim. Titanik’ in gizemi burada da bitmiyor. Biri daha var;
“Denizde Tehlikede Olanlar İçin Dua Ediyoruz…”
Kanada, Winnipeg’te Rosedale Metodist Kilisesinde, Rahip Charles Morgan bir pazar sabahı erkenden kalkmış, o günkü ayin için hazırlık yapıyordu. Okunacak ilahinin numarasını karatahtaya yazdı. Tüm hazırlıklarını bitirdikten sonra, ayine kadar biraz uyumak amacıyla odasına çekildi ve derin bir uykuya daldı. Birden kendini çok canlı ve etkin bir rüyanın içinde buldu. Karanlıkların içinde, dev bir kütle vardı, dalgaların sesleri duyuluyordu, çanlar çalıyor ve Rahip Morgan’ın çok uzun yıllardır işitmediği bir ilahi duyuluyordu. Rüya, o kadar etkili ve rahatsız ediciydi ki; Morgan, uyandı, ilahi ve çan sesleri kulağından gitmiyordu. Saatine baktığında, fazla zaman geçmemiş olduğunu gördü, rüyanın kötü etkisinden kurtulmaya çalışarak yeniden uyumaya çalıştı ve yeniden uykuya daldı. Rüya tekrar başladı, ilahi, çan sesleri, karanlık, dalga sesleri ve devrilen dev kara kütle. Morgan, bu kez, panikle uyandı ve kendini boş kiliseye attı, karatahtaya giderek o bir türlü kulaklarından gitmeyen ilahinin numarasını yazdı. Ayin saati gelmişti, cemaat toplanıyordu, Rahip Morgan ilahiyi başlattı, notalar kilisede çınlarken, aynı anda
binlerce mil ötede okyanusun ortasında aynı ilahi buzlu denizi çınlatmaktaydı;
“Duy, Kutsal Baba, Sana denizde tehlikede olanlar için dua ediyoruz.” İlahi biterken, Rahip Morgan’ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Aynı günün sonraki saatlerinde, Rahip ilahiyi okudukları sırada Atlas Okyanusu’nun derinliklerinde büyük dramın yaşandığını öğrendi. O gün, 14 Nisan 1912’idi ve Atlantik’in kuzeyindeki buzlu sularda Titanik suların içinde yok olmuştu.
Titanik’te Bir Gariplik Var…
Titanik battığında, ünlü İngiliz gazeteci William T. Stead de gemide bulunuyordu.1892 yılında
Stead, hikayeler yazarak yaşamını kazanıyordu. Gazeteciliğinin yanı sıra Stead, ölüm ötesi ve Spiritüalizm ile yani Ruhçulukla da ilgileniyor, araştırmalar da bulunuyordu. O yıl yazdığı kısa hikayelerden birinin adı neydi biliyor musunuz? “Titanik” ve yine Titanik’ten 20 yıl önce…Yine Titanik’te olduğu gibi, Stead’ın hikayesindeki Titanik’te bir buzdağına çarparak batıyordu. Ve Stead’ın yazdığı hikayede, Stead kendisini kazadan kurtulan biri olarak anlatıyordu. Ve; 20 yıl sonra gerçek Titanik batarken, o buzlu ve soğuk denize gömülenlerden birisi Stead’ ın gerçekten kendisiydi. Ama; sonu romandaki gibi olmadı çünkü kurtulamayacaktı. Zira bu roman gerçekti ve başka bir romancı tarafından yazılmıştı. O anda Stead ne düşünmüştü? 20 yıl önce yazdığı hikayeyi düşünüp, kurtulacağına inanıyor muydu? Bunu asla bilemeyeceğiz…
Biri daha var. Ama çok daha sonra; 1935′ de… William Reeves adlı bir denizci bu; İngiltere’den Kanada’ya giden “Titanian” adlı kömür yüklü buharlı gemi; soğuk bir Nisan gecesinde Kuzey Atlantik’te seyrediyordu. Bütün denizcilerin ezbere bildikleri o uğursuz yere; Titanik’in battığı noktaya varmışlardı. Reeves, güverteden denize bakarak yıllar öncesindeki olayları düşlüyordu. Ve o gün Reeves ‘in doğum günüydü, olabilir ama Reeves’ in doğduğu tarih çok önemliydi, çünkü Reeves 14 Nisan 1912′ de doğmuştu. Yani Titanik’in battığı günde. İşte tam o günde; Titanik’in battığı günde Reeves doğum gününü; Titanik’ in battığı yerde kutluyordu. Ve bir şey oldu… Reeves birden, suların kaynaştığını ve dev bir buzdağının geminin yolu üzerinde belirdiğini gördü. Tam o anda da, köprüden alarm verildi. Uzaklık yeterliydi. Mürettebat gemiyi zamanında durdurdu, buzdağının yanından geçeceklerdi ama olmadı… Çünkü bir saat içinde çevreleri; yüzlerce buz kütlesi tarafından sarıldı. Artık hareket etmelerine imkan yoktu. Reeves ve arkadaşlarının içinde bulundukları Titania adlı gemiyi, ancak 9 gün sonra yetişen buz kırma gemileri kurtardılar. Neden? Buzdağları o korkunç gecenin yıldönümünde, bir grup denizcinin orada bulunmasını mı istemişlerdi ?
Evet… İnanılmaz ama gerçek zira Titanik’ in gizemi şaşırtıcı. Titanik şimdi okyanusun derinliklerinde uyuyor sadece bir kez ziyaret edildi. 1 Eylül 1985’de Amerikalı ve Fransız uzmanlardan kurulu bir sualtı ekibi onu buldu ve görüntüledi. Morgan Robertson; Titanik batmadan 14 yıl önce, gemiyle ve kazayla ilgili her şeyi tıpatıp aynen nasıl yazmıştı, rastlantı mıydı? William T. Stead 20 yıl sonra içinde öleceği geminin adını ve kendisinin de içinde bulunduğu öyküsünü, hangi rastlantı sonucunda yazmıştı? Titania adlı gemiyle, Titanik’in battığı günde doğan ve doğum gününde Titanik’in battığı yerde bulunan Reeves’ in buzdağları tarafından 9 gün hapsedilmesi de rastlantı mıydı? Düşünür Voltaire diyor ki; “Belki de rastlantı dediğimiz şey; belirli bir şeyin bilinmeyen nedenidir…” Robertson, Stead ve Reeves bizim gibi birer insandılar. Bizler gibi normal ama bilinmeyen yönleri olan insanlar. Her insan gibi… Ve siz de; bilinmeyen rastlantılarla her an karşılaşabilirsiniz…
Kazadan kurtulanların anıları;
Kamarot Arthur Lewis
“Kazadan bir gece önceydi, karım başıma Titanik’in sahibi olan White Star Şirketi’nin ambleminin bulunduğu kepi giydirdi, güvertedeydik ve tam o anda gökte bir yıldız parçalara ayrılarak dağıldı. Karım bundan hiç hoşlanmadığını söyledi. ”
Eva Hart
“Babam heyecanlı, annem moralsizdi ve hayatımda ilk kez onun ağladığını gördüm. Umutsuzdu ve bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu. Yedi yaşındaydım ve daha önce hiç hiç gemi görmemiştim. Çok büyüktü, herkes çok heyecanlıydı, kamaraya indik, babam anneme yatmasını ve sakinleşmesini söyledi ama annem bütün gece oturdu, ta ki kazaya kadar ve sadece ben kurtuldum. ”
Lois Brown Jacobs
“Woolston’da yaşıyorduk, okul öğleyin tatil edildi ve Titanik’in limandan ayrılışını görmeye götürüldük. Öğretmenimiz başımızdaydı, sonra Titanik yavaş yavaş iskeleden ayrılmaya başladı; bu onu son görüşümüzdü, Southampton sularında gittikçe uzaklaşıyordu. Yanımda yaşlı bir adam vardı, eliyle iyi şans işaretleri yaptıktan sonra başını salladı, sonra yüksek sesle hiç umut olmadığını söyledi.”
Titanik Nasıl Battı?
Titanik nasıl battı? O kadar çok kuram var ki; bunların en yenilerinden bir tanesi kasıtlı batırıldığı yolunda; tabii ki sigorta parası için. Ama buzdağının nasıl gemiye çarptırıldığının cevabı yok, yalnız ilginç iddialar ortaya atılıyor. Titanik’in Kuzey Atlantik’in derinliklerinde yattığını hepimiz biliyoruz. Buzdağı, gemiye sancak tarafından çarpmış ve çelik levhaları yarmıştı. Ünlü tiyatrocu Thomas Andrews gemi batarken ön tarafta bulunan beş su geçirmez kamaranın birisindeydi. Çarpmanın hemen ardından kamaralara buzlu deniz suyu dolmaya başladı. Aslında kamaraların sadece birisi delinmişti ama su kolayca diğerlerine de geçti, Andrews olayın tanığıydı yani su geçirmez denilen kamaralar su geçiriyordu. Aynı şey su geçirmez denilen alt bölümlerde de oldu ve Titanik, bu yüzden kolayca battı. Jack Thayer, Titanik’in batmadan evvel su yüzeyindeyken iki bölündüğüne inanıyor ve anlatıyordu ama çok kişiye göre kaza böyle olmamıştı fakat 1985’de
Dr. Robert D. Ballard, Titanik’i okyanusun dibinde iki parça olarak buldu. Ballard ve ekibi Titanik’in pruvasından kırıldığını belirledi; çünkü yara alınca gerilime dayanamamış ve denizden evvel içeri dolan sert havanın basıncıyla ikiye bölünmüştü. Bugün iki parça birbirlerinden yarım kilometre uzaklıkta ayrı yönlerde duruyor.
Titanik’in batış nedeni söylenceleri az değildir;
Titanik, kardeşi Olympic’le beraber sigortalanıp, ikisi de kasıtlı mı batırıldı?
Mürettebat ve Kaptan Smith sarhoş muydular?
Gemi subayı Murdoch, neden kendini öldürdü?
Kaptan Smith’in de intihar ettiği, telsizle gerçekten bildirilmiş miydi?
Niçin görevliler dürbünle çevreyi gözlemediler? Oysa bu yapılsaydı, buzdağı çok önceden görülebilirdi.
Titanik buzdağını son anda görüp dönmeye çalışırken, önce kıçından sonra da önünden iki defa mı yara aldı.
Su geçirmez bölmeler neden açıktı?
Söylendiği gibi Californian adlı gemi veya bilinmeyen bir diğer gemi, Titanik’i batarken görmesine rağmen yardıma gelmedi mi? Kurtulanlardan birçok kişi, bir geminin ışıklarını gördüklerine dair yeminler ediyorlardı.
Bunları Biliyor musunuz?
Bazı yolcuların köpekleri güvertede bulunan köpek kulübelerindeydi. Bunlardan birisinin değeri 750 £’du ve 1912 yılında bu miktar çok büyük bir paraydı. Bugünkü değeri 300.000 £ olarak hesaplanıyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, adı “Titanic” olan bir propaganda filmi yapıldı. Gemide gizli olarak bulunan bir Alman subayının hikayesiydi.
Yolcuların bazıları, gemi batmadan biraz evvel, jimnastik hanede bisiklete biniyorlardı.
Titanik’in birinci sınıf kamaralarının ve dinlenme salonunun bazı pencereleri ve kepenkleri, İngiltere Alnwick’te bulunan White Swan Oteli’nden alınmıştı.
Titanik’ten kurtulan gemi subaylarının ve mürettebatın hiçbirisi yaşamlarının kalanında mesleklerini sürdürmelerine rağmen asla kaptan olamadılar.
Titanik, Southampton’dan ayrıldıktan hemen sonra kömür depolarında yangın çıkmış ve söndürülmüştü.
Kurtulanlardan birisi olan gemi subayı Murdoch, gemi batmadan evvel intihar etti, aslında elindeki tabancayla kalabalığın filikalara hücum etmelerini engellemekle görevliydi.
Gemi batmaya başladıktan sonra uzaklaşan ilk cankurtaran filikasında sadece 28 kişi vardı, oysa filika 64 kişilikti.
Titanik limandan ayrılmadan evvel demirlerini alırken, çapaların birisi yakınındaki bir geminin iplerine takıldı ve neredeyse onu batırıyordu ve geminin adı Titanik’in asla göremeyeceği limanın adıydı; “New York”
Faciadan hemen sonra, New York’ta bir söylenti yayıldı; Titanik’in batış nedeni bulunmuştu çünkü kargonun konulduğu yerin gizli bir bölmesinde demir kafesli bir sandığın içinde bir lahit vardı. Lahit ve içindeki Mısır kralının mumyası, ABD’de gizlice satılmak üzere eski eser kaçakçıları tarafından gemiye yüklenmişti. Mısır inançlarına göre bu hırsızlık, tanrılara karşı bir hakaretti ve Anubis’in kudreti buna izin vermezdi. Tanrılar Titanik’i batırdı ve mumya denizin dibini boyladı. Belki… İki yıl sonra, söylenti yine başladı ama bu kez farklıydı; mumya batmadan evvel kaçırılmıştı yani gemide bulunan kaçakçılar veya kaçakçı gemicilere rüşvet vererek, mumyayı ambardan çıkarttırmış ve bir filikaya yükletmişti. Ve şirketin subaylarından birisi bu öyküyü onaylıyordu. Sonra kaçakçı rüşvet vermeye devam ederek, mumyayı Carpathia gemisine yüklemeyi de başararak, New York’a getirdi. Ama şansı orada sona erdi, satış yapılamadı, kimse mumyayı almıyordu. Kaçakçılar mumyayı geri götürmeye karar vererek, bu kez Empress of Ireland adlı gemiye yüklediler ve Empress Of Ireland’da battı ama mumya yine kurtarıldı ve Amerika’ya geri döndü. Sonuncu kez yine bir gemiye yüklenerek, yola çıkarıldı ama kader kararından dönmüyordu. Üçüncü gemi de torpillenerek batırıldı. Geminin adı Lusitania’ydı. Kimliği bilinmeyen gizemli firavun sonunda huzura kavuşmuştu.
Biliyor muydunuz… Titanik mitleri neredeyse sonsuzdur. Örneğin Kaptan Smith’in bir bebeği kurtararak, bir filikaya kadar yüzerek götürdüğü ve sonra yine yüzerek geriye döndüğü ve gemiyle beraber battığı anlatılır. Weekly World News gazetesine göre olay gerçektir. Titanik’te bulunan altınların ve mücevherlerin miktarı bilinmiyor zaten kargo kesin olarak belgelenmemişti; ama gemide kesin olarak bulunan Ömer Hayyam’ın el yazması mücevher işli “Rubaiyat”ı büyük kayıptı. Kargo listesinde, bir de yeni Renault otomobil vardı.
Kim uğursuzdu?
İki gazeteci olan John Eaton ve Charles Haas’a göre, mumyanın kaderini paylaşan gerçek birisinden söz ediyorlar; adı Frank “Lucky-şanslı” Tower. Tower, belki de gezegenin en uğursuz denizcisiydi. İlk önce Titanik’te ateşçiydi, kazadan yüzerek kurtulmuş ve ölümü atlatmıştı sonra o da Empress of Ireland’ın mürettebatına katıldı ve o da battı, Tower bu kez çok zor kurtulmuştu. En son işini bulduğunda mutluydu ama bu uzun sürmedi, Lusitania’da iş bulmuştu, gemi ayaklarının altında sulara gömülürken Tower haykırıyordu; “Şimdi zamanı geldi mi?” Bu öykü iki gazeteci tarafından anlatılmasına ve Ripley’in ünlü “İster inan, ister inanma” külliyatında yer almasına rağmen, tarihçiler tarafından onaylanmadı; tarihçiler üç geminin mürettebat listesinde bu isimde birisinin bulunmadığını söylüyorlardı. Ripley ise, gemicinin adının farklı olduğunu söyleyerek, işin içinden sıyrıldı; peki üç gemide de aynı isimli biri var mıydı? Evet, bir değil, birkaç kişi vardı ama bunların aynı kişiler olup olmadığı asla anlaşılamadı. Fakat bunlardan birisinin öyküsü kesin gerçekti; Aslında Titanik’in kamarotlardan Violet Jessup, White Star Gemi Şirketi’nin gerçekten de lanetli kişisidir. Genç kadın, önce şirketin Olympic gemisindeydi, geminin Hawke şilebiyle çarpışıp batmasından kurtuldu, sonra Titanik’te de hemşire asistanı olarak görevlendirildi ve yine kurtuldu. Violet, Şirketin üçüncü gemisi olan Britannic’de görevini yaparken son yolculuğuna çıkmıştı. Violet’in kaderi White Star Şirketi’nin gemileriyle aynıydı.[3]
Titanik’i Batıran, Buzdağı Değildi
Yeni belgeselde, “batmaz” denilen Titanik’in aslında buzdağına çarptığı için batmadığı anlatılıyor.
1912’de ilk yolculuğuna çıkarken, gemiye binme ayrıcalığına sahip olanlara herkes imrenmişti. O günlerin en büyük, en lüks yolcu gemisiydi. Üstelik “batmaz” deniliyordu. Bir mühendislik harikası olarak tasarlanmış Titanik, ve İngiltere’den Amerika’ya doğru ilk yolculuğuna çıktı.
Ancak ilk yolculuğu, son yolculuğu da oldu. Amerika’ya iyice yaklaşmışken, bir buzdağına çarpan “Titanik”, 2 saat sonra tamamen okyanusa gömüldü.
1523 kişinin hayatını kaybettiği “Titanik faciası” şimdi yeniden gündemde. İngiliz Channel Four televizyonu için hazırlanan “The Unsinkable Titanic” adlı belgesel, denizcilik tarihinin en çok konuşulan kazasının nedeniyle ilgili şok bir iddiayı ortaya atıyor.
Channel Four’da yayınlanacak olan belgeselde, Titanik faciasının asıl nedeninin geminin bir buzdağına çarpması değil, radyo operatörünün olduğu gündeme getiriliyor.
Belgesele göre radyo operatörü, 25 yaşındaki Jack Phillips, zengin yolcuların yüzlerce mesajını iletmekten bunalmış, ve o gece, faciadan 15 dakika önce Titanik’e sadece 30 kilometre mesafede olan SS Californian gemisinden gelen buzdağı ile ilgili uyarıya çok sinirlenmiş.
SS Californian gemisinin radyo operatörü Cyril Evans, Titanik operatörü Jack Phillips’ten “Kapa çeneni” cevabını alınca öfkelenip yayınını kapatmış.
İşte bu yüzden 15 dakika sonra Titanik’in SOS yardım çağrısını alamayan SS Californian, kaza yerine gitmemişti. Oysa uzmanlara göre, sadece 30 kilometre mesafede bulunan gemi, SOS’a karşılık vererek kaza yerine gitseydi, Titanik’in tüm yolcularını kurtarabilirdi.
İşte bu belgeselle, radyo operatörü Jack Phillips tarafından uyarılar ciddiye alınsaydı Titanik faciasının önlenebileceği, 1523 kişinin iş yoğunluğundan bunalan bir kişinin kurbanı olduğu ve kaza durumunda bile SS Californian’la iyi iletişim kurulsaydı aslında 1523 kişinin kurtarılabileceği savunuluyor.